BÜLENT Ecevit'e yakın zamana kadar hep saygı duydum. Saygımın ilk nedeni, 80'e ulaşan yaşı, yani pek çoğumuzun büyüğü olması.
İkincisi, siyasette bugüne kadar eğrisiyle ve doğrusuyla yaptığı hizmetler. Üçüncüsü ise bugünkü üçlü koalisyon hükümetini ılımlı, saygın ve uzlaşmacı kişiliği ile üç yıldan beri ayakta tutmuş olması.
Ama Ecevit, son zamanlarda büyük yanlışlar içerisinde. Kendi kendine onulmaz zarar vermeye başladı.
Kişisel zararı kendi bileceği iştir. Ama işin ucu artık Türkiye'ye, yani hepimize dokunmaya ve acıtmaya başladı.
Bu durumda sessiz kalmak mümkün değil.
Her insan hasta olabilir. Üzülürüz, en kısa zamanda iyileşmesini dileriz. Ama hasta olan kimse bir ülkenin başbakanı ise ve ilerisi tamamen belirsiz kalıyorsa, o zaman birileri ‘‘dur bakalım’’ derler.
Kendisi bir aydan bu yana hasta. Devletin en önemli toplantılarına katılamıyor, kimseyle konuşmuyor, ilişki kurmuyor.
Bu konularda Bay ve Bayan Ecevit'i burada birkaç kez ve haddim olmayarak efendice, kibarca uyardım.
Kendilerine biraz da şakayla karışık ‘‘mektuplar’’ yazdım. Yapması gereken en akıllı iş, iyileşinceye kadar başbakanlık görevini vekáleten bir başkasına bırakmaktı.
Bu elbette ki DSP'den biri olacaktı.
Bu aşamada çok yumuşak bir geçiş yapması da mümkündü. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan DSP'li idi. Özkan'ı o göreve Bay Ecevit getirmişti.
Ama Bay ve Bayan Ecevit'te herkese karşı öyle bir güvensizlik oluşmuş ki, Özkan ya da bir başka partiliye bu görevi vermeye elleri ayakları varmadı.
* * *
Şimdi bir başbakan düşünün, kırık kaburgasıyla evinde yatıp hastaneye gitmeme nedenini ‘‘gitseydim borsa düşerdi, ekonomi olumsuz etkilenirdi’’ diye açıklamıştı.
Şimdi iyice hastalandı, evinde yatıyor ve ekonomi de kendisiyle birlikte yatmaya başladı! Borsa düşüyor, faizler ve döviz zıplıyor.
Ama bu kez Bay Ecevit'ten ses yok!
Onun sağlığı gibi, Türkiye de ekonomik ve siyasal belirsizliğe doğru yöneliyor. Yazıktır, ayıptır.
Bir başbakan ve onun yerine iş gören hanımefendinin bu kadar duyarsız ve bencil olmaları, gerçekten hayret verici bir şey.
Şunu da iyi bilsinler, bu iş evin önünde enişte mitingi düzenleterek, bazı ilçelere il olma sözü vererek düzelmez.
Sırası gelmişken burada bir parantez açayım da sorayım:
Bayan Rahşan, acaba hangi yetkisiyle ve hangi sıfatıyla Şebinkarahisar'da yaşayan insanlarımıza il olma sözü vermiştir? Bu ne laubalilik, bu ne ciddiyetsizlik ve sorumsuzluktur.
* * *
Bay Ecevit'in sağlığı konusunda, çok daha önemli bir ciddiyetsizlik daha yaşıyoruz.
Hastalığı nedir?
Hastane raporunda ne denilmektedir?
İyileşecek midir? Evetse ne zaman?
İş görebilecek midir?
Bu rapor, ya da sağlığına ilişkin gerçekler, toplumdan bir sır gibi saklanıyor.
Bütün bunların sonunda, karısından ve baldızından başka hiç kimseyi görmeyen, hiç kimseyle konuşmayan Bay Ecevit, dün evine Derviş'le birlikte ekonomi bürokratlarını çağırıp konuşmak zorunda kalıyor.
Ben Derviş'in yerinde olsam dün kendisine şöyle derdim:
‘‘Beyefendi, işlerin bu duruma gelmesinde sizin payınız çok büyük. Ya işinizin başına dönün, ya da efenice bırakın da mertlik sizde kalsın.’’
Acaba karı koca dinlerler miydi, böyle bir öneriyi kabul ederler miydi, yoksa bu sözleri söyleyen kişiyi evden mi kovarlardı?
İşte size bir bilmece bildirmece, dil üstünde kaydırmaca! Düşünün de, doğru yanıtı bulun bakalım!
Ne bileyim, bunları yazarken belki de ben yanılıyorum! Belki de bu koskoca ülkede Bay ve Bayan Ecevit'ten başka başbakanlık yapacak, hatta kendilerine vekálet edecek biri bile yok!
Hepimize toptan yuh olsun ki, ikinci bir adam çıkaramamışız! Başka ne diyeyim!