SEVGİLİ okuyucularım, biraz televizyon dili gibi olacak ama ‘‘kısa bir aradan sonra’’ sizlere yeniden merhaba diyorum.
Her yerde, her ailede bazen yanlış anlamalar, kırılganlıklar olur. Ben Hürriyet'te 1985 yılından beri sizlerle birlikteyim. Tam 19 yıl olmuş. Bir gazetede bunca yıl dile kolay! Etle tırnak gibi ayrılmaz bir bütün oluyorsunuz. Gazetenin gücü olan milyonlarca okuyucu ile aranızda inanılmaz gönül bağları oluşuyor.
Bir gazeteci için mutluluk ve onurun doruk noktası.
Yazılarıma ara verince her yerde pek çok spekülasyon yapıldı, pek çok şey yazıldı, söylendi.
Bazı kesimler bu yazılıp söylenenlerle Hürriyet'i yıpratmak istediler. Buna üzüldüm.
Hürriyet benim gazetem. Hürriyet sizin gazeteniz. Onu yıpratmanın anlamı yok.
Türk milletinin gazetesi.
Bu gazetede her görüş özgürce yazılıyor, yer alıyor. Ben de görüşlerimi özgürce yazıyorum ve yazmayı sürdüreceğim.
***
Şimdi lütfen birinci sayfayı açın ve bu gazetenin başlığının sol tarafına dikkatle bir bakın.
Orada bir Türk bayrağı ve Atatürk göreceksiniz.
Altında bir cümle:
Türkiye Türklerindir.
Bizler bugün varız, yarın yokuz. Ama o simgeler ve o cümle, ülkemizin olduğu gibi bizim gazetemizin üzerinde sonsuza kadar kalacak.
Benim yazılarım, işte o ilkeler doğrultusunda yazılan yazılardır.
Arşiv ortada. Pek çoğu da, sadece bugün değil, gelmiş geçmiş bütün iktidarlar dönemindeki eleştiri yazılarıdır.
En ufak kuşkunuz olmasın, bundan sonra da aynı doğrultuda olacaktır...
Çünkü gazeteci, eleştiren kimse olmalıdır. Övmek kolaydır. Gazeteci eleştirmekle yükümlüdür.
ONLAR MÜSLÜMAN DEĞİL!
Yurtdışına çıkmaya, oralarda görmeye gerek yok. Pek çok İslam ülkesinin en üst düzey yöneticileri, eşleriyle birlikte ülkemize geliyor. Onları medyadan izliyoruz.
Pakistan Devlet Başkanı.
Endonezya Devlet Başkanı. (Hanım).
Suriye Cumhurbaşkanı.
Bangladeş Başbakanı. (Hanım).
Son olarak Ürdün Kralı.
Kendileri -ya da eşlerinin- başları açık!
Bir bölümünü ülkemizde görmediğimiz Mısır, Türki Cumhuriyetler ve Kuzey Afrika'nın Müslüman ülkeleri...
Belki bir veya iki istisna ile eşlerinin başları açık... Ve hiçbirinden Atatürk gibi bir devlet adamı geçmemiş, devrimler yapılmamış.
Türban takmıyorlar. Niçin?
Onlar Müslüman değil ki!..
Peki ya ötekiler?
Afganistan, İran, Suudi Arabistan... Onlar Müslüman!
Onlarınkiler örtülü!
Türkiye?
Bizimkiler de örtülü.
Sorun sadece örtülü olmaları değil.
Yabancı devlet adamları ülkemize geliyor. Kendileri için protokol yemekleri düzenleniyor.
Devlet yemeklerinde kadehlerde içki yok. Bir yudum şampanya yok. Günah! Masada örtülü, türbanlı hanımlar!
Su bardakları tokuşturuluyor! Bütün dünyada geçerli olan protokol kuralları altüst ediliyor. Yabancı konuklar, ya da yurtdışındaki ev sahipleri açıktan değil de, bıyık altından halimize gülüyor.
İşte bu (!) Türkiye, AB'ye alınmak için bir sürü ülkenin peşinde yalvar yakar dolaşıyor.
Müslümanlık, başa türban bağlamakla özdeşleşti. Türban, aydınlık ve güzel dinimizi simgeleyen (!) üniforma yapıldı.
Saçının telleri görünmeyecek.
Türkiye Cumhuriyeti'ni de bırakın bir yana, Müslümanlık işte bu durumlara düşürüldü. Dinimiz saç tellerine indirgendi. Biz bu acı günleri yaşıyoruz.