Türkiye'yi izlerken!

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Vallahi çok komik oluyor! Bir yanda gülüyoruz, öte yanda ağlıyoruz. Engin Civan'ın Amerika'da yakalandığını öğrenince seviniyoruz, sonracığıma Amerika'nın bu adamı iade etmesinin zor olduğunu duyunca bir kez daha seviniyoruz!

Engin Civan gelmese daha iyi. Zaten iade edildiği takdirde 15 ay hapis yatacakmış. Sonra yine aramıza karışır, bakarsınız yeniden bir bankanın genel müdürü oluverir!

Haydiii, al takke ver külah, yeniden Engin'le uğraş. Rüşvet mi aldı, avanta mı aldı, malı nasıl götürdü, kafa yorup dur!

İyisi mi Amerika'da kalsın. Halil Bezmen, Ayşegül Tecimer, Selim Edes, Refah milletvekilleri Şevki Yılmaz ve İbrahim Halil Çelik gibi kaçaklar, hep birlikte yurtdışında krallar gibi yaşamaya devam etsinler!

Türkiye'de derdimiz bize yetiyor, üstüne bir de bunlarla uğraşmayalım!

***

Bay Erbakan önceki gün DGM'de ifade veriyordu. Bu adliyede ben de savcıların, hâkimlerin kaşısında çok ifade vermiş bir gazeteciyim. Hepsini de onurumla, şerefimle verdim.

İfade alanlar arasında ayrım yapmak bir gün olsun aklıma gelmedi. Ama Bay Erbakan, ‘‘Benim ifademi falanca değil filanca savcı alsın’’ diye birilerine haber gönderiyor ve ne ilginçtir ki, bu isteği kabul ediliyordu!

Bay Erbakan, başbakan olmuştu. Zannediyordu ki anasından başbakan doğmuştur ve ölünceye kadar o makamda kalacaktır... Ve o günlerde ne yazsam, beni şikâyet ediyordu.

Hakkımda tazminat davaları açar, ceza davası açılması için savcılığa başvururdu.

Sanırım tümünden aklandım. Ama onun sayesinde adliye koridorlarında çok tur attım.

Nereden nereye, şimdi o turları Bay Erbakan atıyor, koridorlarda dolanıp ifade veriyor. Ama onun için özel savcılar görevlendiriliyor. Nuh Mete Yüksel'e ifade vermek istemiyor, savcı değişiyor!

Bizim böyle bir yetkimiz yoktu. Biz, bütün savcılarımıza ve yargıçlarımıza sonuna kadar güvendik.

Bay Erbakan'ı adliyede görünce aklıma bazı atasözlerimiz geldi:

‘‘Ne oldum deme, ne olacağım de...’’ ‘‘Mahkeme kadıya mülk değil...’’ ‘‘Etme bulma dünyası...’’

***

Söz adliyeden açılmışken, size İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 3 Haziran 1998 tarih ve Esas 1998/348 sayılı kararından söz edeyim. Mahkeme, Atatürk'e yayın yoluyla hakaret eden bir şahsa en üst cezayı veriyor. 4.5 yıl hapis cezasını paraya çevirmiyor. Örnek olmasını dilerim.

Aynı günlerde Sıvas 2. Asliye Ceza Mahkemesi, aynı suçu işleyen bir şahsa hapis cezası veriyor ve paraya çeviriyor:

6 milyon 350 bin lira!

Atatürk'e hakaret etmenin yasal bedeli işte bu kadardı!

***

Cumhuriyet Gazetesi'nin Kanada muhabiri, gazeteci arkadaşım Engin Aşkın yazıyor:

‘‘Dinci bir yazarın (Milli Gazete yazarı Ferhat Koç) sizin ve başkalarının yazılarını kaynak göstermeden aynen kullandığını yazmıştınız. Yazı hırsızlığı ile ilgili bir olayı geçtiğimiz yıllarda Kanada'da yaşadık.

Ken Adachi isimli Japon kökenli bir Kanadalı gazeteci ve öğretim üyesi vardı. Buralarda çok sevilirdi. Bir gün, günlük yazılarından birinde, Henry James isimli seçkin bir Amerikalı yazardan 10 sözcüklü bir cümleyi aşırmış olduğu ortaya çıktı.

Olay çok tartışıldı. Bazıları bunun bir bellek sapması, zihinsel tuzak olduğunu savunurken, bazıları da bir hırsızlık olduğunu savundu.

Ken Adachi, patlak veren bu polemiğin ardından tabanca ile intihar etti. Bu 10 sözcüklü cümle, belki de zihinsel tuzak veya bellek sapması idi. Ama bir tek cümle, o yazarı ölüme itmeye yetti... Çünkü bunu bir onur sorunu yapmıştı. Onu tanıyan bizler, acıdan kahrolmuştuk.

Sizin yazılarınızı aşıran ‘‘Müslüman’’ yazarın duyarlılık düzeyi acaba ne durumda?’’

Ne durumda olduğunu ben de bilemiyorum. Bilsem, Engin Aşkın'a anlatırdım!

***

Eski milletvekili Özer Ölçmen abimiz dün gazeteye gelip bir mektup bırakmış. Özetliyorum:

‘‘Dünya kupasında bir sürü sıkıcı maç izliyoruz. 32 takım var, Türkiye yok. Yazıklar olsun bizim Federasyon'a ki, Fransa 98'e bir tek yan hakem bile gönderememiş.

Dünya kupasına katılan futbolculardan 28'i Türkiye'de oynuyormuş. Ne iftihar vesilesi ama! Her birine bir milyon dolar ödemiş olsak, demek ki 30 milyon dolarlık futbolcu ithal etmişiz. Etmişiz de ne olmuş? Son iki maçımızda Arnavutluk ve İsrail'den dörder gol yemişiz!

Transfer sezonu başlayınca, iç piyasada bile bir futbolcu için 10 milyon dolarlar havada uçuşuyor. Sonra da bazı sanat eserlerini sahneye koyabilmek için özel sektörden 20-30 bin dolarlık para yardımı dileniyoruz.

Bu fahiş paraları alan futbolcularımız ne yapıyor? Beğenmediğimiz İran'dan bile birkaç futbolcu yurtdışında top koştururken, bizden bir tane yok.

Gelelim bu astronomik transferleri yapan kulüplerimize. Büyük kulüplerin başkan ve yönetim kurulu üyelerine ve iş alanlarına bakmak yeter. Bu sıfatlar maalesef, bürokrasi, hükümet ve hatta Çankaya düzeyinde bütün kapıları açan sihirli anahtar olmuştur. Daha geçenlerde Meclis Başkanı'nın bekleme odasında kulüp ve belediye başkanları futbolcu takası yaptılar!

Bu kulüplerin mali denetimi nasıl yapılır? Vergi verirler mi? On milyon dolarları transfer parası olarak alan, altlarında 50 milyarlık lüks arabalarla gezen bu Televole starları, acaba devlete ne vergi verirler?

Nedir bu kulüp ağalarının futbol playboylarına dağıttığı trilyonların kaynağının ve vergisinin hesabı?

Soru önergesi verme hakkım olmadığı için bu soruları sizin aracılığınızla soruyorum.’’

Sen daha çoook sorarsın Özer Ölçmen abicim!

***

Not: Eğer çok güzel bir kitap okumak istiyorsanız, eski milletvekili Mustafa Kemal Palaoğlu'nun ‘‘Müdafaa-i Hukuk Saati’’ isimli eserini mutlaka alın. Çok şey öğreneceksiniz. (Bilgi Yayınevi).













Yazarın Tüm Yazıları