‘ORUÇLU ağzımla söylüyorum, benim için bu tür iddialarda bulunanlar edepsizdir...’
‘Allah şahittir, oruçluyum. Rektörün durumuyla en küçük alakam yok...’
‘Rektör beni karşılamıyor demişim. Tövbe, ben böyle bir şey söylemedim...’
‘Tövbe, Allah tövbesi, kesinlikle böyle bir şey yok...’
Bu sözleri söyleyen şahıs kim?
Milli Eğitim Bakanı!
Nerenin, hangi ülkenin Milli Eğitim Bakanı?
Suudi Arabistan, Afganistan, İran gibi şeriatla yönetilen bir ülkenin mi?
Değil!
Türkiye Cumhuriyeti’nin!
Bu sözleri Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Milli’ Eğitim Bakanı (AKP’nin Van milletvekili) hem de bir gazeteciye, Saygı Öztürk’e söylüyor.
Van’da tutuklanan Rektör Yücel Aşkın için söylüyor.
Tövbeler, oruçlar, Allah’ı tanık göstermeler!..
Niçin?.. Çünkü inanılır olmayı yitirdiler. O yüzden işin içine bu kutsal kavramları katıyorlar.
Normal bir ülkede bir bakan, bu gibi konular için sadece ‘bilmiyorum, ilgim yok’ der. Yalan söylediği ortaya çıkarsa onun hesabını verir.
Ülkemizin ne durumlara getirildiğinin somut örneğini kendi ağızlarından duyuyoruz.
* * *
Van, gerici örgütlenmenin kalelerinden biri idi. Van Üniversitesi tarikatların eline geçmişti.Rektör değiştirildi. Yücel Aşkın o göreve getirildi. Üniversite kurtarıldı, büyük atılımlar yaptı.
Ancak hem AKP iktidarı, hem de İslamcı basın, üniversitelerimizin sağlam rektörlerinden ürküyordu. Türkiye’nin bütün kaleleri ele geçirilmiş, ancak üniversiteleri zaptetmek mümkün olmamıştı.
O halde ilk aşamada rektörleri çiğ çiğ yemek, punduna getirip saf dışı bırakmak gerekiyordu.
Tezgáh önce Van’da kuruldu. Rektörün konutu, kendisi yurtdışında iken basıldı, arandı.
Van Cumhuriyet Başsavcısı, oluşan tepkiler üzerine BASIN TOPLANTISI düzenleyip kendini savundu. Oysa soruşturmanın bu aşaması -yasa uyarınca- gizli idi. Gazeteciler bile yazamazdı. Yazan ceza alırdı.
Van Savcısı için yasa geçerli değildi ki, hakkında hiçbir işlem yapılmadı.
En sonunda Van Rektörü tutuklandı. Karar açıkça siyasi idi.
‘Bilirkişi’ olarak seçilen kişi ise rektör tarafından bir süre önce görevden alınan, yeri değiştirilen bir üniversite görevlisi!
Rektörün koluna polisler girdi, cezaevine gönderildi. İslamcı gazeteler ve televizyonlar ‘oh olsun, darısı öteki rektörlerin başına’ diye yayınlar yapıyor.
AKP Van milletvekili, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in bu olaylarda elbette ki katkısı yok!
Tövbeler tövbesi, Allah tövbesi yok, oruçlu ağzıyla söylüyor ki yok! Hatta üzülmüştür bile!
Şimdi de her gün belli üniversitelerin rektörlerini hedef gösteriyorlar.
Bolu, Samsun, Malatya ve ötekiler... Hepsi topun ağzında.
Bu kaleleri, laik ve Atatürkçü rektörleri düşürmek, sonra da üniversitelerde istedikleri gibi at oynatıp gerici kadrolaşmayı sürdürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Tasfiye süreci başladı. Yargı ellerinde, yönetim ellerinde. Devir onların devri!
Şimdi ilk hedef üniversiteler. İleri!
ŞEHİT GAZETECİ!
Şimdi size üzüntüyle karşıladığım çok çarpıcı bir olayı, belgesiyle aktaracağım.Benim de üyesi olduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin internet sitesine girin (www.tgc.org.tr). Sağ üst köşede basın şehitleri bölümünü tıklayın. Hemen üst sıralarda bir ‘basın şehidinin(!)’ ismini göreceksiniz:
Ali Kemal. Gazetesi: Peyam-ı Sabah
Bu adam gazetecidir. Kurtuluş Savaşı boyunca Mustafa Kemal Paşa’ya, asker ve sivil kahramanlardan oluşan kadrolara ana avrat sövmüş, onları ‘eşkıya çetesi, katil, din düşmanı’ olarak tanımlamıştır.
Yazılarını düşman işgali altındaki İstanbul’da yazıp düşmanlara destek vermiştir. Tipik bir hain ve işbirlikçidir. ‘Mütareke basını’ sözü oradan gelir. Ali Kemal yandaşı gazeteleri, gazetecileri tanımlar.
1922 yılında vatanın kurtuluşundan sonra İzmit’te halk tarafından linç edilerek öldürülmüştür.
Güvendiğimiz dağlara bile kar mı yağıyor? Böyle bir adamın Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı gibi saygın isimlerin yanında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından ‘basın şehidi’ olarak tanımlanması yanlıştır, ayıptır, yakışıksızdır. Bir gözden kaçma olmasını diliyorum. Bu kara leke oradan derhal kaldırılmalıdır.