Paylaş
Güney sınırımızda yer alan Suriye isimli bir ülke var. Bütün dünya tarafından ‘‘terörist’’ olarak tanımlanan, belli bir azınlığın büyük bir çoğunluğu yönettiği, demokrasinin D'sinin olmadığı bir diktatörlük. Esat ailesi tarafından yönetiliyor.
Katil çetesinin başı olan Apo isimli ruh hastası ve sapık, işte bu Suriye'de besleniyor, barınıyor, kollanıyor. Suriye bu kuşu Türkiye'ye karşı yakalamış, ona esir muamelesi yapıyor. Örneğin Apo'nun Suriye, hatta Şam dışına çıkması bile yasak. PKK'yı tümüyle Suriye'nin güdümünde idare ediyor.
PKK terörü 1984 yılında başladı. Demek ki, aradan tam 14 yıl geçmiş. Türkiye bu süreç içerisinde on binlerce insanını yitirdi. Burada ‘‘insan’’ derken Türk-Kürt, terörist-masum vatandaş-şehit ayırımı yapmıyorum.
Resmi rakamlara göre, 29 bin dolaylarında terörist can verdi.
5 bin dolaylarında -asker, polis, korucu- şehit verdik. Yaklaşık 6 bin masum vatandaşımız PKK tarafından öldürüldü. İhtiyarlar, kadınlar, öğretmenler, kundak bebeleri...
Terörle mücadele için 14 yılda 100 milyar dolara yakın para harcadık. Yatırıma harcanması gereken paralar silaha, mermiye, bombaya ve diğer savunma harcamalarına gitti.
Bu işin bir tek yararı oldu. Bu sayede dünyanın en güçlü ve en deneyimli, sürekli istim üzerinde ve idmanlı ordularından birine sahip olduk.
***
Türkiye, dünyanın en sabırlı ülkesi. Bu sabır acaba güçsüzlükten mi, ya da ne yapacağını bilememekten mi kaynaklanıyor?
Yoksa geleceğe yönelik bir hesabımız, planımız mı var?
Öyle ya, hangi ülke tam 14 yıl bu rezilliğe dayanırdı?
Suriye adında bir çömez devlet senin altını sürekli oyacak, senin başına bunca bela açacak, seninle alay edercesine Apo denilen herifi başkentinde besleyecek ve sen ses çıkarmayacaksın!..
Hatta Suriye'de büyükelçi bulundurmaya devam edeceksin!
***
Son günlerde bu konuda tavır koymaya başladık. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hatay'da yaptığı konuşmada Suriye'yi uyardı.
Demirel önceki gün Meclis konuşmasında sert çıktı ve sabrımızın taştığını söyledi.
Aynı uyarıları son zamanlarda diğer siyasetçilerden ve askerlerden de duymaya başladık.
Suriye sınırında askeri birliklerimiz konuşlanıyor.
İyi de, ne olacak? Ne yapacağız?
Bunlara girip vursak ‘‘Ayı şeyiyle oynuyor’’ derler! Suriye'nin bir sıkımlık canı var. Küçücük İsrail bile geçmişte bunlara birkaç kez vurdu, topraklarını ele geçirdi, feleklerini şaşırdılar. İşini birkaç günde bitiren İsrail ordusunun karşısında arkalarına bakmadan kaçtılar. Neredeyse başkentlerini bile bırakacaklardı.
Vursak ve içeri girsek, elimizin tersiyle ve birkaç saatte, Suriye'nin altını üstüne getiririz. Ama dünyada kıyamet kopar.
Avrupa ve Amerika'da bir eli yağda, bir eli balda yaşayan kesimler ‘‘İstilacı Türkiye, işgalci Türkiye’’ diye feryada başlarlar. Amerika ambargo uygular! Almanya protesto eder! İçimizdeki entel liboş takımı ‘‘insan hakları’’ diye çığlık atmaya başlar.
Hiç kimsenin aklına, Suriye yüzünden yitirilen 50 bin'e yakın can gelmez.
Vurmasak, bu küstah Suriye bildiği yolda devam edecek ve giderek daha da şımaracak. Daha nice canımız ölecek. Başımıza daha nice belalar açılacak.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
***
Evet, çok sabırlı bir ülke imişiz ki, bunların alçaklığını yıllardan beri sineye çekiyoruz. Bir ‘‘devlet’’ düşünün ki, terör örgütünün başını kendi başkentinde yaşatıyor ve komşusunun başına iş açıyor.
Apo ne kadar katilse, Hafız Esat denilen adam da o kadar katildir.
Bir ‘‘devlet’’ resmen cürüm yuvası olarak işlev görmektedir.
Biz bunun farkına yeni varmıyoruz ama tepki koymaya yeni başlıyoruz.
Bir Türk insanı olarak içimden geçen şudur:
‘‘Suriye'ye çok ağır bir ders vermenin zamanı gelmiştir ve geçmiştir. Bu ders verilmelidir.’’
Böyle bir kepazeliğe, sınır komşusundan kaynaklanan teröre hangi ülke 14 yıl boyunca sessiz kalırdı?
Amerika mı, Almanya mı, İtalya mı, Fransa mı, Rusya mı, hangisi? Hangisi ‘‘gereğini’’ yapmazdı?
***
Adına ‘‘Suriye’’ denilen mikrobun üzerine böcek ilacı sıkma zamanı geldi.
Devletin Cumhurbaşkanı uyarıyor. Devletin Başbakanı uyarıyor, komutanları uyarıyor. Sabrımız gerçekten taştı.
Şimdi yapılması gereken bir şey var.
Bu uyarılara Meclis'teki tüm siyasi partilerin de, hep birlikte katılmaları.
Recai Kutan, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Hüsamettin Cindoruk, Muhsin Yazıcıoğlu, Devlet Bahçeli ve diğer genel başkanlar bir araya gelsinler ve parti ayırımı gözetmeden bir basın toplantısı düzenlesinler.
Ya da hep birlikte, bir basın açıklaması hazırlayıp okusunlar.
Suriye'ye karşı tavrımızı ve sabrımızın taştığını bir ağızdan ortaya koysunlar.
Meclis çatısı altında, bundan sonra olacaklar için ulusal destek vereceklerini açıklasınlar.
***
Böylece hem kavga dövüş dolu iç siyaseti biraz yumuşatırız, hem de ulusal çıkarlarımız söz konusu olduğunda -parti ayırımı gözetmeden- nasıl birleştiğimizi dosta düşmana göstermiş oluruz.
Dünyaya iletilecek metni hep birlikte hazırlarlar. Böyle bir konuda ‘‘protokol’’ falan da uygulanmaz. Okuma görevini örneğin en genç, en yaşlı, ya da bağımsız bir milletvekili veya parti genel başkanlarından biri üstlenir.
Sıradan bir vatandaş olarak naçizane önerimdir.
Belki kabul görür!
Paylaş