BEKLENEN açıklamayı dün Adalet Bakanı Cemil Çiçek yaptı: "HSYK, boş bulunan Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine 15 Nisan günü seçim yapacaktır."
Cemil Bey bu açıklamayı yapmakta geç kaldı. Ortalığı bu kadar kızıştırmanın, hem yüksek yargıda hem de kamuoyunda durup dururken böyle anlamsız bir gerilim yaratmanın anlamı var mıydı?
Danıştay Başkanlar Kurulu önceki gün son derece net bir bildiri yayınladı ve "üye seçimlerinin derhal yapılması gerektiğini" vurguladı.
Türkiye Barolar Birliği, Ankara Barosu ve çok sayıda hukuk kuruluşu aynı doğrultuda bildiriler yayınladı.
Adalet Bakanı baştan beri atılan yanlış adımları şimdi düzeltiyor. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu toplantılarına kendisi yurtdışında iken Müsteşarı iki kez katılmadı. İkinci kez katılmadan önce kendisini rapor almak için hastaneye sevk ettirdi.
Kurul’un Yargıtay ve Danıştay’dan gelen üyelerinin tümü müsteşar hakkında tutanak tuttu, Yargıtay’a suç duyusunda bulundu.
Türk yargısında, hele yüksek yargıda bu gibi olaylara ilk kez tanık oluyorduk.
Adalet Bakanı, Yargıtay ve Danıştay’a üye seçimini niçin engelleyip geciktirdi?Şimdi niçin geri adım attı?
Ama işin içindekiler şimdi bir başka soru soruyor:
Yüksek yargı üzerinde iktidarın ne gibi hesapları var?
Bu soru boşuna sorulmuyor. Önümüzdeki mayıs ayında Yargıtay Başsavcısı emekli olacak. Yargıtay tarafından yeni Başsavcı adayları arasında seçim yapılacak en yüksek oyu alan adaylar Çankaya’ya sunulacak. Bunlardan birini o makama cumhurbaşkanı seçecek.
Yargıtay, bu seçimi hangi tarihte yapacak?Adaylardan birini hangi cumhurbaşkanı seçecek?Ahmet Necdet Sezer mi, onun yerine gelecek olan AKP’li mi?Tarih neye göre ayarlanacak?
Bu iş henüz bitmedi!İnşallah yanılırım ama bu pilav daha çoook su kaldıracak.
TEŞEKKÜRLER TAYYİP BEY!
Yazımın bu bölümüne Recep Tayyip Bey’e teşekkür ederek başlıyorum, çünkü burada yıllardır yırtınıyorum:
"AB bizi hiçbir zaman almayacak. AB bizimle oyun oynuyor, istediklerini yaptırıyor, Türkiye’yi her yönden sömürüyor. Bazen de bir elma şekeri uzatıp zaman kazanıyor."
Başbakan, partisinin Meclis Grubu toplantısında dün bu söylediklerimi doğrulamak zorunda kaldı. Bunca gecikmeden sonra gerçekleri görmeye başlamış olması fevkalade olumludur! Türkiye-AB ilişkileri konusunda (AB’ye seslenerek) aynen şöyle dedi:
"Kimseden iane beklemiyoruz. Hakkımızı istiyoruz. Eğer AB Türkiye ile ilgili bir olumsuzluk düşünüyorsa verin kararınızı. Biz de yolumuza (acaba hangi yola!) devam edelim.
Kendilerine de söyledik. Bakın diyoruz, kendinizi de yormayın, bizi de yormayın.
Ne enerji kaybedelim, ne para harcayalım."
Bu noktaya gelip gerçekleri görmeye başladığı için Recep Tayyip Erdoğan’a bir kez daha teşekkür ediyorum, başarılarının devamını diliyorum!
* * *
Birkaç gün önce AB’nin kuruluşunun 50. yılı görkemli törenlerle kutlandı. Bütün ülkeler çağrılmıştı. Aday ülke (!) Türkiye ise bu törenlere davet edilmedi. Bizimkiler çok sinirlendi. Nasıl olur da biz böyle incitici bir biçimde dışlanırdık!
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bile açtı ağzını yumdu gözünü:
"Madem siz bizi istemiyorsunuz, biz de Türk halkına soralım bakalım, AB’yi istiyorlar mı!"
İş bu aşamaya geldi. Aslında Abdullah Bey de çok haklı. Muhalefetteki Fazilet Partisi milletvekili iken Meclis kürsüsünde AB’ye veryansın ediyor, "Bizi kapılarında kulübeye koyacaklar" diyordu. Dedikleri aynen çıktı. Kendisine de teşekkür ediyorum! Fakat iktidar olunca onların en büyük savunucusu kesildi.
AKP iktidarı, AB’yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya kalkıştı. AB emir verdi, onlar uyguladı. Yasalarımız altüst edildi. Bugün ülkemizde yaşanan ve inanılmaz boyutlara varan asayiş bozukluğu, AB’nin emirleri doğrultusunda çıkarılan o yeni yasalar yüzündendir. Suçlar karşısında polisin, savcının, mahkemelerin eli kolu bağlandı...