CORC’un Türkiye gezisi ortalığı allak bullak etti. Ankara’da şansımız vardı, hafta sonuna denk geldi. Yine de felç olduk. İki gündür çileyi İstanbul çekiyor.
Cumartesi ve pazar Ankara’da bütün yollar kesik. Polis telsizinden her yerde tartışmalar geliyor. Polisler telsizde soruyor: ‘Amirim burada vatandaş çok tepkili, çok sayıda araç yolun ortasında birikti, ne yapalım?’ Amir yanıt veriyor: ‘Burası da öyle, kesin emir var bırakamayız.’ Göreve giden askeri personelle polisler tartışıyor.
Binlerce polis perişan. 3 gün boyunca Corc için nöbet bekliyorlar. Kumanyaları sadece ekmek ve ton balığı konservesi.
Binlerce insan sokaklarda perişan, ABD ve Corc’a dümdüz gidiyor. Adamın zaten sevilirliği yok. Anımsayınız, deprem sonrasında Clinton gelmiş ve Türkiye’de sevgi yaratmıştı. Hele Erkan bebek sahnelerinden sonra...
Bunun gibisi hiç olmadı, hiç gelmedi. Bu, milyonlarca insanın gözünde bir katil. Seveni sayanı yok, gittiği ülkeye saygısı yok. Olsaydı bize bu işkenceyi çektirmezdi. ABD ne zaman küfür yemek, tepki almak ve yeni düşmanlar yaratmak isterse, Corc’u ülke dışına göndersin!
Madem bu kadar korkuluyor, Anıtkabir’de bile masadaki kalemi patlar diye kullanmayıp ajanlarının verdiği kalemle yazıyor, kendisinin hiçbir ülkeye gitmemesi gerekir. Oturur Washington’da, dünyayı oradan yönetir.
Ankara’da pazar sabahı bizim gazetenin yanındaki ana kavşakta bekliyoruz. Corc geçecek, kuş uçmuyor. Bir polis içini döküyor: ‘Abi şimdi anladım ki biz sömürge olmuşuz. Biz bu ülkede kiracıyız. Ev sahibimiz bizi denetlemeye geliyor.’
Adamın konvoyunda acayip araçlar var. Yaklaşırken polis telsizlerini, cep telefonlarını, her şeyi susturuyor. Polis haberleşmesini bile kesiyor.
***
Ama elbette her şey olumsuz değil! Bu gezisi boyunca çok güzel, çok olumlu gelişmelere de tanık olduk. Örneğin dün gazetelerde görmüşsünüzdür. Emine Erdoğan Hanımefendi, Corc’un eşiyle tercüman aracılığı ile konuşurken bacak bacak üstüne atmış. (Helal olsun!) Laura ise normal oturuşta.
Emine Hanım böylece mesaj veriyor: ‘Ben senden daha üstünüm.’ Bunu nereden çıkardığımı sormayın. Recep Tayyip Erdoğan, ABD gezisinde Bush’la görüşürken bunu yapmış ve bizim medya hemen yayına geçmişti: ‘Erdoğan bacak bacak üstüne atmakla Bush’a ben senden üstünüm mesajını verdi. Ayrıca Bush’un ceketi ilikliydi ama Erdoğan’ın ceketi iliksizdi. Bu da önemli bir mesajdı...’
Peki ya ötesi! Arkadaş taaa Ankara’ya kadar geldi de, bir şey kotarabildik mi?
Kendisinden ricalarımız oldu: ‘Aman babacım, şu PKK işini bir çözüversen... KKTC’nin ambargosu kalkmadı, bir çözüm buluversen...’
Corc ne desin! Not aldı... ‘Sabredin çocuklar, endişe etmeyin, biz duruma bakarız’ dedi.
Sonra ekledi: ‘İyi gidiyorsunuz, aman yolunuzdan sapmayın, bizim sözümüzden çıkmayın!..’
Aynı akşam İstanbul’da fevkalade olumlu bir gelişmeye daha tanık olduk. NATO’nun devlet ve hükümet başkanları onuruna İstanbul’da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından verilen resepsiyona katılım koşulu, smokin idi.
Bir tek Recep Tayyip Erdoğan smokinsiz geldi!
Kişilik sergiledi!
Bir de eşini getirebilseydi, görüntü çok daha görkemli olurdu. NATO ülkeleri heyetleri arasında başı bağlı tek kişi!
Ülkemizin tanıtımı ne güzel yapılmış olacaktı, bu fırsat kaçtı!
***
Şimdi ciddi olup birkaç soru soralım:
Ne olursa olsun, Corc’un özellikle Ankara’ya gelmesi önemli bir olaydı. Biz bu olayda herhangi bir şey kotarmayı başardık mı?
KKTC konusunda bir şey elde ettik mi?
Kuzey Irak’ta kurulması öngörülen Kürt devleti için bir şey almayı başardık mı?
Ya Kuzey Irak Kürtleri ve onların müttefiki ABD’nin koruması altında yaşayan PKK için bir gelişme sağlayabildik mi?
Bütün bu soruların yanıtı olumsuz.
Peki ne aldık?
Bir şey almayı başarsaydık, dünden başlayarak bizim hükümet bunları basına çarşaf çarşaf sızdırır, elde edilen ‘böyük başarının’ tantanası çoktaaaan başlatılmış olurdu.
Corc geldi, Ankara ve İstanbul’a çile çektirdi, nasihatını verdi ve rüzgár gibi geçti.