SEVGİLİ okuyucularım, geçtiğimiz perşembe günkü yazımın sonuna bir not düşmüştüm:
‘‘Seçim kararı alındığından bu yana binlerce kişiden yazılı ve sözlü olarak şu soruları alıyorum: Kime oy verelim? Siz kime oy vereceksiniz?
Kişisel tercihimi, hangi partiye hangi nedenlerle oy vereceğimi pazar günkü yazımda açıklayacağım.’’
Dün gazeteye geldim. Yazımı güzelce yazdım. Üzerinde belki 10 kez düzeltme yaptım... Çünkü son derece duyarlı bir konuydu.
Oy vereceğim partiye ve onun genel başkanına övgü düzmek bir yana, iyice bindiriyordum. O partiye ‘‘elim varmayarak, içimden gelmeyerek, çaresizlikten’’ oy vereceğimi söylüyordum...
Ve yazıyı bitirip akşam saatlerinde İstanbul'a geçtim.
15 dakika sonra Yazı İşleri Müdürümüz Tufan Türenç aradı.
‘‘Valla Emin'ciğim bu yazıyı kullanamayız. Yarın (yani bugün) yürürlüğe girecek olan Yüksek Seçim Kurulu yasakları var. Başımıza iş açarız.’’
Ben ısrar ettim, Tufan'la epey konuştuk.
Sonra Ertuğrul Özkök'le konuştum. Ertuğrul da aynı şeyleri söylüyordu.
Saat 17.30 dolaylarında o yazıyı ‘‘mecburiyetten’’ geri çektim ve oturdum şimdi okuduğunuz yazının başına!
* * *
Şimdi, nedenini asla anlayamadığım ve yasalardan kaynaklanan yasak olayının maddesine bakalım:
‘‘27 Ekim 2002 (bugün) tarihinden itibaren (seçim gününe kadar) yazılı, sözlü ve görsel basın (gazeteler, radyo ve televizyonlar) siyasi bir partinin LEHİNDE veya ALEYHİNDE veya VATANDAŞIN OYUNU ETKİLEYECEK yayınlar yapamayacaktır.’’
Bu yasakların kapsamında kamuoyu araştırmaları, her türlü haber, röportaj, anket, siyasi reklam, tahmin, bilgi iletişim telefonları yoluyla mini referandum, siyasi reklamlar var.
Şimdi sormak gerekiyor:
Seçime daha bir hafta var. Eğer bu yasaklar gerçekten geçerli olacaksa, ben bir köşe yazarı olarak bu hafta ne yazacağım?
Nasreddin Hoca fıkraları mı?
Seçim ortamındayız. Elbette ki siyaset yazmak zorundayım. Varsayalım ki, bir partinin genel başkanı hakkında yolsuzluk dosyası ele geçirdim. Bunu yazamayacağım, çünkü bir parti aleyhine olacak!
Ya da bir partinin olumlu gördüğüm bir tavrını övemeyeceğim!
Bir partiyi eleştiremeyeceğim!..
Çünkü ne yazarsam yazayım, hangi doğrultuda yazarsam yazayım, eninde sonunda (dolaylı yoldan bile olsa) VATANDAŞIN OYUNU ETKİLEME durumu ortaya çıkacak ve ‘‘yasak kapsamına’’ girecek!
Böyle şey olur mu?
* * *
Şimdi Yüksek Seçim Kurulu'nden -kendi adıma- iki istirhamım olacak.
1- Köşe yazarları bu süre içerisinde yukarıdaki yasaklara tabi midir, değil midir? Örneğin ben seçime kadar özgürce yazma olanağına sahip miyim, değil miyim? Yasaklar köşe yazarları için de geçerli midir? Bunu lütfen ve bugünden tezi yok, bir karar altına alıp açıklasınlar.
2- Bu yasaklar bu sabahtan başlayarak HERKES ve HER YAYIN ORGANI için ciddi biçimde uygulanıp izlenecek midir? Aksi takdirde gözü dönmüş bazı televizyon kanallarıyla gazeteler, kendi partilerine ve genel başkanlarına (yani tuttuklarına) her yöntemle gaz verip vatandaşın oyunu etkilerken, yasaklara uyanlar ENAYİ durumuna düşer...
Ve ortalıkta böyle olumsuz örnekler ve uyanıklar dolanmaya başlarsa, yasakları bir süre sonra ‘‘enayiler’’ de deler ve iş çığrından çıkar.
* * *
Sevgili okuyucularım, bugünden itibaren parti başkanları özgürce konuşacak, palavra sıkacak, yalan vaatlerde bulunacak, din sömürüsü yapacak ama ben bir köşe yazarı olarak bu konularda bir şey yazamayacağım!..
Çünkü ne yazsam, ister istemez VATANDAŞIN OYUNU ETKİLEMİŞ olacağım! Bu da hem beni, hem de gazeteyi suç işlemiş duruma düşürecek, hakkımızda davalar açılacak, gazete için toplatma kararı verilecek.
O halde ne yapacağız?
Şu anda -olaya açıklık getirecek yeni bir Yüksek Seçim Kurulu bildirisine kadar- meçhul!
Bu yazıyı durumu bilmeniz için yazdım.
Önümüzdeki hafta burada havadan sudan ve ilgisiz yazılar, komik fıkralar yazmak zorunda kalırsam diye, şimdiden özür diliyorum!