Paylaş
SEVGİLİ okuyucularım, Clinton ağırlığını koydu ve Ermeni tasarısı ABD Temsilciler Meclisi'nden geri çekildi. Ancak Türk milleti ve bizi yönetenler bu oyunun arkasını göremedi.
Tasarı çekilince pek mutlu olduk, pek sevindik!
Mehmet Arif Demirer'den dün gelen uyarı, bu konuda bir kez daha nasıl küçük düştüğümüzün somut belgesi.
Önce Clinton'ın Temsilciler Meclisi Başkanı'na bu konuda yazdığı mektuba bakalım. İngilizcesi şöyle başlıyor:
‘‘I am writing to express may deep concern...dealing with the tragic events in eastern Anatolia under Ottoman rule in the years 1915-1923.
Every year on April 24, l have commemorated Armenian Remembrance Day, mourning the deportations and massacres of innocent Armenians during that era...’’
Şimdi Türkçe'sine bakalım:
‘‘Size Osmanlı İmparatorluğu döneminde Doğu Anadolu'da 1915-1923 yılları arasında gerçekleşen trajik olaylarla ilgili olarak (gündemdeki tasarı hakkında) duyduğum derin endişeyi dile getirmek için yazıyorum.
Her yıl 24 Nisan Ermenileri anma gününde onları andım, o dönemde masum Ermenilerin sürgün edilmesinin ve öldürülmesinin yasını tuttum. Ve her yıl...bu tür vahşetlerin bir daha yaşanmaması için...çağrıda bulundum...’’
* * *
Evet, Clinton'ın mektubu böyle başlıyor. Mektubunda Doğu Anadolu'daki trajik olaylardan, masum Ermenilerin öldürülmesinden söz ediyor. Ancak Bay Başkan ufak bir yanılgıya düşüyor! Anadolu'da 1920 yılından sonra Osmanlı yok! Neyse, bu kadar kusur kadı kızında da olur!
Sonrasında 24 Nisan Ermeni Soykırımı gününe değiniyor ve böyle ‘‘vahşetlerin’’ bir daha olmamasını istediğini vurguluyor.
Yani Clinton bizim babamızın hayrına iş yapmıyor. Tam tersine, Ermeni tasarısı geri alınsın diye yazdığı bu mektupta Ermeni tezine destek veriyor. Onların iddialarını doğruluyor.
Sonra mektubuna ‘‘Ancak’’ diye devam ediyor:
‘‘Tasarının ABD için olumsuz sonuçlar doğuracağından endişe ediyorum. Dünyanın bu sorunlu bölgesinde (Türkiye dahil) önemli çıkarlarımız vardır. Saddam, Ortadoğu, Orta Asya, Balkanlar, yeni enerji kaynakları... Tasarının bu hassas zamanda kabulü (ulusal) çıkarlarımızı olumsuz etkiler.’’
Yani Temsilciler Meclisi Başkanı'na ‘‘Başımıza iş açacaksın. Bunun şimdi sırası değil’’ demeye getiriyor ve isteği kabul ediliyor.
Ancak bizim yetkililerimiz bu mektuptan herhalde habersiz! Clinton'ın mektubunu Sezer okumuyor, Ecevit okumuyor, diğerleri okumuyor.
Onlar sadece ‘‘bugünü kurtardık’’ diye seviniyor.
Sezer ve Ecevit, Clinton'a mektuplar yazıp övgüler düzüyorlar, teşekkür ediyorlar, ‘‘En büyük Türk dostu sensin’’ diyorlar! Oysa Clinton, Ermeni iddialarını doğruluyor. Sadece ‘‘soykırım’’ sözcüğünü kullanmıyor.
Bizimkiler tasarı geri çekildi diye dört köşe! Mektubun içindeki gizli ve geleceğe yönelik mesajları bile görememişler.
Yakında aynı tasarı yeniden gündeme gelecek. Olayların bir adım öncesini ve sonrasını göremeyen başımızdakiler, o zaman ne yapacaklar?
MURAT'IN AVUKATI
Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde geçen cuma günü ilginç bir olay oluyor, ama kamuoyuna yansımıyor. Bunu bizim Nurettin Kurt öğreniyor.
Murat Demirel'in avukatı Deniz Ketenci, müvekkiliyle görüşmeye gidiyor... Ve içeri girerken çantasında cep telefonu yakalanıyor. Sonra aynı hikáyeler:
‘‘Valla farkında değildim, unutmuşum. Çantamda iki telefon varmış. Birini içeri girerken teslim etmiştim, meğer diğerini unutmuşum.’’
Tutanak tutuluyor, olay savcılığa duyuruluyor.
Bazı avukatlar çok unutkan! Hele cezaevine cep telefonuyla girerken her şeyi unutuyorlar! Bakalım Murat Demirel'i cep telefonuna kim kavuşturacak?
KANITLA BAKALIM LİBOŞ MEHMET!
Şimdi ‘‘dinci’’ olan Liboş Mehmet, köşesinde birkaç günden beri yazıyor: ‘‘Emin Çölaşan, NTV'de yaptığı program karşılığında Cavit Çağlar'dan ayda 10 bin dolar maaş alıyordu.’’
Biz o programa Fatih Çekirge, Yavuz Donat, Sedat Ergin'le birlikte başladık. Sonra Fatih ayrıldı. Çağlar döneminde üç arkadaştık ve kendisiyle değil, NTV'nin başındaki tam yetkili Nuri Çolakoğlu ile muhatap olduk.
Kamuoyunda Liboş Mehmet olarak bilinen ihale takipçisi Mehmet Barlas bu 10 bin dolar masalını birkaç kez yazdığına göre, elinde mutlaka belge, ya da sağlam kanıtlar vardır! Kafadan atacak değil ya!
Şimdi kendisini, bu yazdığını kanıtlamaya davet ediyorum.
NTV'nin muhasebe kayıtları orada, Cavit Çağlar orada, Nuri Çolakoğlu orada, Yuvuz Donat ve Sedat Ergin orada, ben buradayım.
Eğer Liboş Mehmet, benim ve bizim NTV'den ayda 10 bin dolar aldığımızı kanıtlarsa, o gün sizlere veda edip gazeteciliği bırakacağım.
Kaldı ki, alsak ne olur? Keşke alsaydık. Alın terinizle bir gazetecilik programı yapıyorsunuz. Bir medya kuruluşu size ayda 10 bin dolar -ve hatta daha fazlasını verse- bunun ayıbı mı olur? Orada iş mi bitiriyoruz, ihale takipçiliği mi yapıyoruz?
Liboş'a üç gün süre tanıyorum. Eğer her zaman olduğu gibi yalan yazmıyorsa, iftira ve çamur atmıyorsa, bu konuda elinde olması gereken belge ve somut bilgileri sütununda açıklamaya çağırıyorum.
Haydi Liboş Mehmet, paçan sıkıyorsa yanıtını -hiç kıvırtmadan- ver!
Paylaş