Paylaş
Yıl 1940. Dünya, savaşın içinde. Her yerde kan gövdeyi götürüyor. Türkiye tarafsız kalmayı başarmış ama bunu sürdürebilecek mi? Savaş çevremizi sarmış, ekonomi çökmüş, her şey karneye bağlanmış. Ekmek, tuz, gaz, patiska, her şey kuyruğa girerek ve damgayla alınıyor.
O yıllarda kentlere akın başlamamış. Türk insanı köyünde tarımla uğraşıyor. Köylünün durumu felaket. Köylerde okul yok. Okur yazarlık oranı çok düşük. Çocukların sadece yüzde 20'si okula gidebiliyor.
İşte bu ortamda, köylünün durumuna çareler aranıyor...
Ve 60 yıl önce, 17 Nisan 1940 günü Meclis tarafından kabul edilen bir kanunla köy enstitülerinin kurulması öngörülüyor.
***
Cumhuriyet rejiminin idealist eğitimci kadroları hemen kolları sıvıyor. Tarihimizin en cesur ve kendine özgü atılımlarından biri böylece başlıyor.
Amaç, yetenekli köy çocuklarını tek tek bulup enstitülerde okutmak. Ama sadece okutmak değil, onları pratik yönden, el becerileri açısından da eğitip köylerine yararlı insanlar yetiştirmek.
Tarım, sağlık, arıcılık, tavukçuluk, dülgerlik, müzik...
Bu süreç başlarken Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. İşin başında ise Türk eğitim tarihine isimllerini altın harflerle yazdıran iki kişi var:
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç.
***
Enstitüler belli kırsal merkezlerde kurulacak, çevre köylerden yetenekli çocuklar buralarda eğitilip köylerine öğretmen olarak gönderilecek. Ancak devletin parası yok. Devlet yeni binaları yapacak, ders araç gereçlerini sağlayacak paradan yoksun.
Buralara atanan öğretmenler köyleri tarıyor. Çocuklarla birlikte inşaata girişiliyor. Binalar yapılıyor, araç gereç tamamlanıyor, eğitim başlıyor.
Derslerin yüzde 50'si kültür, yüzde 25'i tarım, yüzde 25'i teknik dersler.
Öğrencilere tarım ve sağlık bilgisi veriliyor. Enstitülerin çoğunda öğrenciler kendi yiyeceklerini kendileri yetiştiriyor. Arıcılık, tavukçuluk öğretiliyor. Çocuklar keman, akordeon, saz çalmaya başlıyor. Korolar, folklor ekipleri oluşuyor.
Köy çocukları dünya klasiklerini de okuyor.
Enstitüler ilk mezunlarını 1944 yılında veriyor. O yıl mezun olan 1941 öğretmen, köylerde göreve başlıyor.
Enstitülerin sayısı kısa sürede 21'e ulaşıyor. Van, Kars, Diyarbakır gibi uzak illerimizde bile köy enstitüleri kuruluyor. Türk köyü aydınlanmaya başlıyor. Öğretmensiz köylerimiz, üstelik pratik bilgilerle de donanmış öğretmene kavuşmaya başlıyor. Öğretmen köylüye okuma yazma öğretiyor, tarım öğretiyor, dülgerlik yapıyor, arıcılık başlatıyor, hem de sağlık sorununda başvuracağı ilk kişi oluyor.
Ayrıca köy enstitülerine öğretmen yetiştirmek için Ankara Hasanoğlan'da bir Yüksek Köy Enstitüsü kuruluyor. Türkiye'nin en seçkin eğitim kadroları burada ders veriyor.
***
14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidar oluyor. Bu aşamada köy enstitülerine karşı tavır giderek artıyor. Buralarda öğrencilerin ‘‘komünist’’ olarak yetiştirildiği iddiaları yoğunlaşıyor.
1951 yılında enstitülerin programı değiştirililip klasik öğretmen okuluna dönüştürülüyor. 1954 yılında çıkarılan bir yasayla enstitüler tümüyle kapatılıyor.
Bu süreçte enstitülerden 1.398 bayan, 15.943 erkek öğrenci mezun olmuş ve köylerine koşmuştur.
Köy enstitüleri marşıyla yetişen idealist eğitim kadroları görevden alınıyor.
Aynı yolda aynı emek/ Gönüllerde tek bir dilek/ Türk köyünü önde görmek.
Engelleri aşıyoruz/ Ülkümüze koşuyoruz.
Mehmetçiğin oğlu kızı/ Atatürk'ten aldık hızı/ Başarırız kavgamızı.
Engelleri aşıyoruz/ Ülkümüze koşuyoruz.
Bu marş 1942 yılında Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü'nde 3/A sınıfının uygulamalı Türkçe dersinde yazılıyor.
***
Bu enstitülerden kısa süre içinde nice bilim adamları, siyasetçiler, ozanlar, yazarlar, ressamlar mezun oluyor. İşte bazıları:
Dursun Akçam, Talip Apaydın, Fakir Bayurt, Adnan Binyazar, Kemal Burkay, Ümit Kaftancıoğlu, Mustafa Koç, Dursun Kut, Mahmut Makal, Mehmet Özel, Pakize Türkoğlu, Ali Yüce, Tahsin Yücel...
Bazı siyasetçiler:
Ferhat Aslantaş, Temel Ateş, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ali Rıza Çetiner, Hasan Fehmi Güneş, Şükrü Koç, Hayrettin Uysal, Niyazi Ünsal, Mustafa Üstündağ...
Bazı profesörler:
Sami Akıncı, İsmail Avcı, Aşye Baysal, Halis Biçer, Mürüvvet Bilen, Fikri Cantürk, Saim Kaptan, Yakup Kepenek, Yahya Özsoy, Cemal Yıldırım...
Yaklaşık 10 yılda Türkiye'nin yüzü değişiyor. Nice değerli köy çocuğu enstitülerden yetişip köyüne, vatan hizmetine koşuyor.
O günlerin Türkiyesi bugünkü gibi değil. İdealler ön planda.
Enstitülerden ‘‘köy kökenli aydın kuşağı’’ fışkırıyor. Ülkemiz için muhteşem bir deneyim. Köyde çoban olacak çocukları yıllar sonra karşımızda ünlü yazar, ressam, siyasetçi, bilim adamı olarak görüyoruz. Böyle ikinci bir deneyim Türkiye'de ve dünyada yok.
Ama sonuçta, köy enstitüleri de siyasete alet ediliyor ve kapatılıyor.
60 yıl sonra bugün bile, kubbede hoş sedası baki kalıyor.
Paylaş