SEVGİLİ okuyucularım, kısa bir aradan sonra sizlere yeniden ‘‘merhaba’’ diyorum. Bayram tatilinde birkaç gün İstanbul'da kaldım. Genel görünüm iç acıcı değil.
Bombalama olayları sonrasında İstanbul'un büyük otelleri bomboş. İç ve dış turizm tümüyle durmuş. Özellikle dışarıdan müşteri gelmiyor. Yapılan bütün rezervasyonlar iptal edilmiş. Şu anda büyük oteller yüzde 15-20 kapasite ile çalışıyor. Önümüzdeki haftalarda ve aylarda artma olasılığı ufukta görünmüyor. Bu durumun yaz aylarını da olumsuz etkilemesinden endişe ediliyor.
İşin vahim tarafı şu: Büyük oteller personel çıkarmaya başlamış. Bombalama olaylarından bu yana sadece oteller tarafından işten çıkarılanların sayısı bin'e ulaşmış durumda. Tablo ciddi. Bu olumsuz durum dalga dalga öteki sektörlere de yayılıyor.
***
İstanbul'da bayramın 3. günü Sultanahmet Meydanı'nı görme talihsizliğine uğradım. Burası tarihi ve turistik alan olarak dünyada ilk 20'nin içinde yer alan bir tarih hazinesi. Türkiye'nin incisi. Gözlerimle gördüğüm ve yüzümü kızartan manzara aynen şöyle:
Meydana ramazan nedeniyle bir sürü baraka ve çadır kurulmuş. Köfteciler, kokoreççiler, dini yayınevleri, incik boncukçular, aklınıza gelen herkese bu barakalar kiralanmış. Ayrıca çadırlar dikilmiş... Ve tarihi Alman çeşmesinin yanına bir de kocaman, belki üç insan boyunda kırmızı beyaz renkleriyle bir Kola Turka anıtı!
Dünyanın en önde gelen turizm alanlarından biri, bayramın 3. günü bir çıfıt çarşısı, virane durumundaydı. Barakalar ve çadırlar sökülüyordu. Her yer moloz yığınına, çöp alanına dönüşmüştü. Ortalıkta Sultanahmet Meydanı diye bir yer kalmamıştı. Tek tük yabancılar o pislik ortamında şaşkın geziniyor, herhalde içlerinden -haklı olarak- küfür yağdırıyordu. Türkler de öyle!
Ayıptır, yazıktır, günahtır. Bir ülkenin gurur anıtını, en önde gelen turizm alanını bu duruma getirmeye, oraya sunta barakalar kurup çadırlar dikmeye, bunlara izin vermeye, göz yummaya hangi Turizm Bakanlığı'nın, hangi Valiliğin, hangi belediyenin hakkı vardır?
İnşallah önümüzdeki ramazan ayında Sultanahmet Meydanı bu tecavüzden kurtarılır.
HAYDİ GURBETÇİLER
UEFA Türkiye'ye büyük bir kazık attı. Galatasaray ve Beşiktaş, maçlarını Almanya'da oynayacak. Avrupa'daki ‘‘saygınlığımızın’’ ne kadar olduğunu, bu kez terör bahanesiyle bir kez daha gördük!
‘‘Dostu Berlusconi’’ bizim Recep Bey'in ‘‘istirhamlarını’’ bile kabul etmedi. Juventus su koyverdi, maçı başka sahaya aldırdı. ‘‘Dostu’’ İtalya Başbakanı ise Recep Bey'den gelen bastırışları kulak arkası etti! Belki de güldü!
Demek ki bunların omzuna el atıp sarılınca, birkaç kez koluna girip fotoğraf çektirince adamları yola getirmek mümkün olmuyor! Bu bir ders olsun, bundan sonra kimse için ‘‘dostumdur, beni kırmaz’’ edebiyatı yapmasın.
***
Galatasaray, maçını bu gece oynayacak. Beşiktaş ise önümüzdeki hafta.
Şimdi görev Avrupa'daki gurbetçi kardeşlerimize düşüyor.
İki Türk takımı onlara emanet.
Bu iki maç artık bir anlamda spor olayı olmak kadar, Türkiye'nin Avrupa kalleşliğine vermesi gereken yanıta dönüştü.
Bu gece ve önümüzdeki hafta takımlarımızın maçını izleyecek gurbetçi kardeşlerimiz, bazı konularda çok özenli, dikkatli olmalı.
1- Maçlarda dalga dalga Türk bayrakları dalgalanmalı.
2- Tezahürat 90 dakika boyunca sürmeli.
3- Türk seyircisinin özelliğidir. Tezahürat yapmaya maçtan saatler önce başlıyor. Maç başlayınca sesler kısılmış ve enerjinin çoğu boşuna yitirilmiş oluyor. Bunu iyi ayarlasınlar.
4- Sahaya, hakemlere ve rakip takım oyuncularına tribünlerden bir şeyler fırlatmak, meşale yakmak, takımlarımıza büyük ceza getirir. Unutmayalım. UEFA pusuda bekliyor...
Ve Alman yetkililer, sahaya atlayıp pankart açma girişiminde bulunması muhtemel PKK yandaşları için gerekli önlemleri herhalde alacaklardır.
Türk takımları bu gece ve önümüzdeki hafta Avrupa'daki kardeşlerimize emanet.