İlahili İstiklal Marşı

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Bayrağımız nasıl onurumuzsa, İstiklal Marşımız da Türk milletinin onurudur.

Tarım Bakanlığı Daire Başkanı olan Mükerrem Aydın isimli bir şahsın, İstiklal Marşı'nı bir ‘‘ilahi’’ gibi okuduğunu Şükrü Küçükşahin yazmıştı. Gözüyle görüp kulağı ile duymayınca, insan bu gibi durumları tam olarak algılayamıyor. Doğrusunu isterseniz, haberi okuyunca ben de algılayamadım.

Bu rezaleti önceki gece televizyon kanallarının haber bültenlerinde izleyince jetonum düştü.

Devletin resmi bir toplantısının açılış töreni yapılıyor. Kürsüye biri çıkmış, İstiklal Marşı okumaya başlıyor...

Ve derhal sapıtıyor.

Kürsüde Kuran mı okuyor, ilahi mi okuyor, başka bir şey mi yapıyor, hiç belli değil.

Ne okuduğu, ne söylediği anlaşılmıyor.

Belli olan tek şey, İstiklal Marşı'nı orada rezil ediyor.

Elbette ki bunu kasıtlı yapıyor. İlk kez bir girişimde bulunuyor. Kapıyı zorluyor. Eğer tepki gelmezse, bu iş tutarsa, şeriatçılar bundan sonra İstiklal Marşı'nı böyle okumak için düğmeye basacaklar. Onu da ilahi gibi okuyacaklar.

İstiklal Marşı'na saygısızlık eden bu şahıs, Tarım Bakanlığı'nda Daire Başkanı.

***

Sonra ekrana onun amiri olan Gürbüz Mızrak isimli Genel Müdür geliyor. Belli ki o da aynı kafadan. Adamını savunmaya kalkışıyor.

‘‘O çok iyi Kuran okur’’ gibi laflar geveliyor.

Sonuçta, Bakanlık bünyesinde ‘‘soruşturma’’ açıldığı açıklanıyor.

Biz çok iyi biliriz ki, bu göstermelik soruşturmalardan hiçbir şey çıkmaz. Sonuç alınması beş yılı bulur!

Şahıs önce Memurin Muhakemat Kanunu uyarınca il falanca kuruluna sevk edilir. Bayındırlık Müdürü, Veteriner Müdürü, Sağlık Müdürü gibi kimseler oturup karar verirler. Eğer suçlu bulunursa, dosya Danıştay'a gider. İki yıl da orada geçer. Suçlu bulunup yargılanmasına karar verilirse, yargıda da birkaç yıl geçer ve sonuçta kim öle, kim kala vaziyetleri olur!

Adına Memurin Muhakemat Kanunu denilen bu ucube, cumhuriyet döneminin hukuk açısından bir utanç belgesidir. Memurlar bu yasa hükümlerine göre yargılanır. Her şey kaynayıp gider.

Ne zaman çıkarılmıştır bu yasa?

Osmanlı İmparatorluğu zamanında, 1913 yılında, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa döneminde!

Komedidir, komedi!

Onun için, hiç kimse çekinmesin. İsteyen devlet memuru, İstiklal Marşı'nı ilahi gibi okusun, isteyen rezil etsin, alay etsin, ne yaparsa yapsın.

Şeriatçı kesimin bütün ulusal değerlerimizi çiğnemesine yavaş yavaş alışıyoruz. Bugün İstiklal Marşı, yarın başka kutsal değerlerimiz. Bugüne kadar İstiklal Marşı'na saygılı görünürlerdi, şimdi niyetleri ortaya çıktı.

Devam etsinler! Hiçbir şey olmaz.

Ama şu olup bitenden artık bir ders alalım.

Hiç değilse devletin, kimlerin, hangi kadroların ve hangi kafaların eline bırakıldığını anlayalım.

GÜL'ÜN TÜRBANI

Abdullah Gül, karısını Dil Tarih'e kaydettirmek için yanına aldı, okula götürdü. Amacı orada siyasi şov yapmaktı. Bu amaçla medyaya haber saldı. Yanına avukatını aldı.

Kameralar, muhabirler, foto muhabirleri, verilen saatte oraya gidip şovu görüntülediler.

Abdullah Bey, karısını türbanla getirmişti. Yasalar ve kurallar doğrultusunda, üniversiteye kayıt işlemi türbansız yapılıyordu. Atraksiyon bu aşamada başladı.

Hanımefendi'nin kaydı doğal olarak yapılmadı.

Abdullah Gül, gösteri yapmayı medya önünde sürdürdü:

‘‘Bu zulümdür. Amerika'da veya Rusya'da yaşıyor olsaydık, bu kayıt yapılırdı.’’

En can alıcı sözlerini de sona saklamıştı:

‘‘Şimdi bu konuda Danıştay'da dava açıyoruz.’’

Maşallah, sözünün eri kişi imiş! Gerçekten de davasını açtı! Yürütmenin durdurulması kararı verilmesini istedi...

Ve Danıştay 8. Dairesi, Abdullah Gül'ün (daha doğrusu karısının) bu istemini önceki gün oybirliği ile reddetti.

Beyefendi şimdi ne yapacak?

‘‘Demek ki biz yasal yönden haksızmışız’’ deme yürekliliğini gösterebilecek mi?

Yoksa genç kızlarımızın sırtından oynanan türban sömürüsü oyunu, olanca hızıyla devam edip gidecek mi?

ŞADAN BEY'İN VİLLASI

Son yazılarımda bazı tiplerin üzerine uzunca gittim. Bu yüzden pek çok konuya değinmek mümkün olmadı. Örneğin Necdet Calp ve gazeteci abimiz Mehmed Kemal için ‘‘Allah rahmet eylesin’’ diye yazamadım.

ANAP Milletvekili Şadan Tuzcu'nun villasına da değinemedim.

İstanbul'daki bu villa, kaçak inşa edilmişti. Tıpkı Tayyip'in villaları gibi!

Sonunda, birkaç yıl önce yıktırıldı. Gazetelerde yıkım resimleri de yayınlandı.

Aaaaa, birkaç gün önce bir baktık ki, Şadan Bey villasını aynen ve yeniden yaptırmış!

Bunlar bizi Meclis'te temsil eden vekillerimiz! Bizim adımıza yasa çıkarmakla, denetim yapmakla yükümlü olan kimseler.

Milletin vekili olan Şadan Tuzcu, yıktırılan kaçak villasını nasıl olmuş da yeniden yaptırmış?

İktidar gücünü mü kullanmış? Birilerine rüşvet mi yedirmiş? Yoksa yeni bir villa gökten zembille mi inmiş?

Ayıptır, ayıp.













Yazarın Tüm Yazıları