Paylaş
Bundan birkaç yıl önce yazdığım bir konuya bugün yeniden değineceğim. Fahrettin Paşa ve Medine Müdafaası. Kitaplığımda ‘‘Medine Müdafaası’’ isimli iki kitap var. Bunlardan birini, Naci Kaşif Kıcıman'ın kitabını burada daha önce yazmıştım. Sonra aynı olayı anlatan ikinci kitap elime geçti, onu da okudum. Yazarı Feridun Kandemir.
Bu iki kitap ‘‘Medine Olayı’’nı bizzat içinde yaşamış iki görgü tanığı tarafından yazılmış. Yedeksubay Naci Kaşif Bey, Medine Kumandanı Fahrettin Paşa'nın personel subayı. Kandemir ise Medine'de Kızılay hastanesinde görevli. Kendisi söylemiyor ama istihbaratçı.
Hemen belirteyim, dünyada ikinci bir Medine olayı yok. Tarihte böyle bir örnek bulmak mümkün değil.
Birinci Dünya Savaşı bitmek üzere. 1918 yılında Türk orduları Yemen, Irak, Suriye ve Filistin cephelerinde İngilizler'e yenik düşüyor, Anadolu'ya doğru çekiliş başlıyor. İngiliz orduları ilerliyor. Medine bu cephelerin güneyindeki kenttir. Peygamberimizin mezarı burada olduğu için İslam'ın kutsal kentidir.
İngiliz altınlarına tav olan Arap dindaşlarımız, Müslüman Türk askerini arkadan vuruyor. Ordularımız bir yanda haçlılarla, öte yanda Müslümanlarla boğuşuyor.
Fahrettin Paşa 1916 yılında Medine muhafızlığı görevine atanıyor. Savaş sürerken Medine ve çevresindeki ordumuz sürekli Arap kuşatması altında. Medine, demiryolunun son noktası. Şam-Medine demiryolu Yemen, Suriye, Irak ve Filistin ordularımızın can damarı. İngilizler ve Araplar, demiryoluna sürekli sabotaj düzenliyor. Fahrettin Paşa hem Medine'yi, hem de demiryolunu koruyor. Arap çöllerinde amansız bir kavga sürüp gidiyor.
Fahrettin Paşa daha önce çeşitli cephelerde vuruşmuş gerçek bir kahraman. Peygamberimizin mezarını bir avuç askeriyle birlikte canları pahasına koruyorlar. Kuşatma altındaki kentte yiyecek yok, su yok, silah ve cephane kısıtlı. Tam bir kuşatma olduğu için hiçbir yardım gelmiyor.
Fahrettin Paşa orduya emir yayınlıyor: ‘‘Evlatlarım, çekirge yiyin, Ateşte kızdırdığınız tenekede kavurun. Ben yiyorum, çok güzel oluyor...’’
Açlığa karşı ne yapsın!
***
Durum giderek kötüleşiyor. Peygamberimizin mezarına Osmanlı padişahları tarafından yüz yıllar boyunca gönderilmiş olan maddi ve manevi değeri ölçülemeyecek kadar değerli hazine de Medine'de. Bu kentin bir gün elden çıkacağını düşünen Fahrettin Paşa, düşman eline geçmesin diye bu hazineyi bir bölük muhafız kıtası düzenleyip İstanbul'a gönderiyor. İşte gönderdiklerinden bazıları:
Hazreti Osman'ın ceylan derisine el yazmalı Kuran'ı. Pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı levhalar. Pırlantalı, incili, amberli tespihler, Kevkebi dürri adlı dört parça büyük elmas. Her biri 50 kiloluk altın şamdanlar... Ve daha niceleri.
Bu muhteşem hazinenin o günkü değeri yaklaşık 10 milyon Osmanlı altını. Bugünkü değeri trilyonlarla ölçülmez. Fahrettin Paşa bu hazineyi Medine'den kurtarıp vatanına kazandırıyor.
Sonuçta müttefikimiz Almanya ile birlikte savaşı kaybediyoruz. 1918 yılı ekim ayında Mondros Mütarekesi imzalanıyor. Teslim oluyoruz. Son topraklarımız da paylaşılacak.
Fakat o da ne?
Fahrettin Paşa ‘‘Ben teslim olmuyorum. Bu kutsal kenti ve Peygamber mezarını bırakıp gitmeyeceğim. Al bayrak burada dalgalanacak’’ diyor ve direnmeye devam ediyor. Bütün cephelerde savaş bitmiştir, Medine ise direnmektedir. Olacak şey değildir.
Paşa'ya İstanbul'dan, hükümetten haber gönderilir: ‘‘Paşa, sen görevini yaptın. Savaş bitti. Medine'yi teslim et...’’ Paşa ‘‘Medine için padişah emri gönderin’’ der. Aradan aylar geçer. Savaşı kazanan müttefikler, direnen Fahrettin Paşa için İstanbul hükümetine bastırmaktadır. Zamanın Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) Haydar Molla, İstanbul'dan bir İngiliz savaş gemisine bindirilip Medine'ye gönderilir. Fahrettin Paşa'ya padişah emrini verip teslim olmasını ister.
***
Bu sırada hadise büyür. Fahrettin Paşa'nın emrindeki bazı subaylar, isyancı ve kuşatmacı Araplar'la anlaşıp teslim anlaşması imzalamıştır. Haydar Molla'nın Medine'ye ulaştığı günlerde, Fahrettin Paşa bir sabah Peygamberimizin mezarına girer. Son geceyi orada geçirir. Teslim olmayacağını, orada çarpışarak şehit düşeceğini söyler.
Ortalık bir anda dalgalanır. Bazı subayları sabah saatlerinde Paşa'nın üzerine çullanıp onu yaka paça dışarı alırlar. Paşa götürülürken, tabancasını ve kılıcını Peygamberimizin mezarında bırakır. Mondros anlaşması uyarınca hepsi esir olurlar.
O anlaşma uyarınca devlet teslim olmuş, Fahrettin Paşa üç ay daha direnmiş ve Ocak 1919'da İngilizler'e esir düşmek zorunda kalmıştır.
***
Fahrettin Paşa bir süre Mısır'da İngiliz esir kampında tutulur, sonra Malta Adası'na gönderilir. Üniformasını esirlik yaşamında bile bir gün olsun üzerinden çıkarmaz. İki buçuk yıl sonra serbest bırakılınca İtalya, Almanya, Rusya yoluyla Batum'a gelir. Oradan, Ağustos 1921'de Kars sınırında vatana kavuşur. Vatana ayak basınca yere kapanıp toprağı öper, askerlere sarılıp ağlar. Bu sırada İstiklal Harbi devam etmektedir. Kazım Karabekir ordusuyla birlikte Batı cephesine hareket eder.
Ankara'da buluştuklarında Mustafa Kemal Paşa şöyle der:
‘‘Fahrettin Paşa, daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdıran kumandandır...’’
Yukarıda sözünü ettiğim kitaplardan birinin yazarı olan Feridun Kandemir, Paşa'ya Batum'da rastlıyor ve anılarını yazmasını istiyor. Aldığı yanıtı kitaptan aynen aktarıyorum:
‘‘Evladım, herkes vatana karşı borçlu olduğu vazifeyi yapar ve orada iş biter.’’
***
‘‘Çöl Kaplanı’’ ve ‘‘Medine Kahramanı’’ olarak bilinen, düşmanların bile hayranlık ve saygıyla söz ettiği Fahrettin Paşa, Atatürk tarafından 1922 yılında Kabil Büyükelçisi olarak görevlendirilip Afganistan'a gönderilir. Afganistan o sırada bizim için çok önemli. Yeni rejimi tanıyan birkaç ülkeden biri.
Fahrettin Paşa daha sonra Türkkan soyadını alıyor... Ve 1948 yılında vefat ediyor. Ebedi uykusunu Rumelihisarı Mezarlığı'nda uyuyor.
Bu kahramanlara çok büyük saygı duyuyorum. Bugün bu vatanda özgür yaşıyorsak, onların sayesinde yaşıyoruz. Allah hepsine rahmet eylesin. Nur içinde yatsınlar.
Gerçek dindar, gerçek Müslüman, işte onlardı. Bir Fahrettin Türkkan'lara bakın, bir de günümüzde türeyen din sömürücüsü, din bezirgânı sahtekârlara, yobazlara!.. Acaba Müslüman olan kim?
Paylaş