Paylaş
Uçak kaçırılmış, korsanı kandırıp Bulgaristan diye Esenboğa'ya indirmişler. Buraya kadar olan çok güzel. Ancak o anda televizyonlar canlı yayına geçiyor ve uçağın Esenboğa'da olduğunu açıklıyorlar.
İyi de, korsanda ya cep telefonu varsa? Ya dışarıdaki adamları ona ‘‘Dikkat et, Ankara'dasın’’ diye haber verirlerse?
Belki küçük bir olasılıktır ama düşünmeye değmez mi? Söz konusu olan, çok sayıda insanın canıdır.
Siz eylem sırasında korsanda cep telefonu olup olmadığını biliyor musunuz? Hayır, bilmiyorsunuz.
Bu gibi operasyonlar gizlilikle yürütülür. Bizde ise maşallah, ne olacağı, ne yapılacağı, nasıl yapılacağı, bütün televizyon kanallarından bangır bangır ilan ediliyor. Hiç kimse ‘‘Bu yayınlardan korsanın haberi olur mu?’’ diye düşünmüyor.
Orada 40 dolaylarında insanın canı söz konusu iken biz acayip bir biçimde gazetecilik yapıyoruz. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu sorumsuzluğa izin verilmez.
Bu işin ustası İsrail'dir. İşin inceliklerini onlardan öğrenelim.
Neyse ki korsan öldürüldü, hadise kazasız belasız sona erdi. Ama ‘‘Televizyon gazeteciliği’’ yapmak uğruna yolcuların ve mürettebatın hayatlarıyla oynandı.
REFAH'LI BELEDİYELER
Bunların hepsi ‘‘seçmece’’ idi. 1994 yılında oluşan ortamdan yararlanıp pek çok beldemizde belediyeleri kapmayı başardılar. Sonra Refah kapatılınca, hepsi Fazilet'e transfer oldular.
Bazıları Atatürk'e hakaretten, bazıları milleti kin ve düşmanlığa yöneltmekten yargılanıp içeri atıldılar. Kayseri'deki bunlardan biri.
İstanbul'daki gitti gidiyor. Son cumhuriyet kutlamalarında bile kendi propagandasını yapmak için kitlelere nutuk atmaya devam ediyordu.
Ankara'daki fevkalade uyanık! O şimdi ‘‘Atatürkçü’’ oldu! Rüzgârların hangi yönden estiğini görünce tavır değiştirdi, cumhuriyet kutlamalarına bile katıldı. Hatta minibüs dolmuşları kiralayıp konvoy yaptı!
Ağrı'daki ise bir komedi artisti olduğunu kanıtladı! Atatürk'e ‘‘İçimizdeki hain’’ diye söverken suçüstü yakalandı.
Fakat ‘‘Kasetler montaj olabilir. Ben Lavrens'e sövüyordum’’ dedi!
Böylece öğrendik ki, Arap harflerini kaldıran, dinle siyaseti ayıran, rakı sofrasında ölen(!), cenaze namazının kılınmamaması gereken kişi, Birinci Dünya Savaşı'nda Arabistan'da görev yapan İngiliz casusu, Hıristiyan Lawrance imiş!
Ağrılı ve Fazilet'li komedyenin ifadesine göre, casus Lawrance 70 yıl önce Türkiye'ye gelmiş, tarikat kurmuş! O yüzden ona sövüyormuş!
Kızmayı bıraktık, artık kahkahalarla gülüyoruz. Bir yönetmen çıksa, bunlarla bir komedi filmi çevirse, dünya gişe rekorlarını altüst eder.
SARITAŞ'IN KİTABI
Gazeteci arkadaşım Tuğrul Sarıtaş'ın bir kitabı çıktı. Adı ‘‘Kapıdan Kovsalar da’’...
Gazetecilik anılarından oluşan bu kitabı hemen okudum. Daha ilk sayfalarında çarpıcı bir olayla karşılaştım.
Tarih 29 Ekim 1980. 12 Eylül harekâtından sonra ilk Cumhuriyet Bayramı, Devlet Konukevi'nde kutlanıyor. Devlet Başkanı Kenan Evren de orada.
Tuğrul o sırada Günaydın Gazetesi muhabiri. Evren, bu gazetenin Cumhuriyet Bayramı haberini o gün küçük kullanmış olmasından yakınıyor ve soruyor:
‘‘Burada Günaydın'dan kimse var mı?’’
Tuğrul Sarıtaş, görevliler tarafından Evren'in yanına getiriliyor.
Evren kızmış, yanındakilere emir veriyor:
‘‘Atın bunu dışarıya.’’
Bizim Tuğrul dışarı atılıyor!
Bütün bunlar olurken, dönemin güçlü adamı, Devlet Başkanı Kenan Evren'in yanında iki gazeteci var. Şimdi olayı Tuğrul'un kitabından izleyelim:
‘‘Sayın Evren sürekli olarak aynı konuyu dile getiriyor: ‘Günaydın gazetesi haberi küçücük kullanmış. Böyle şey olmaz...'
Buzlu viskilerini keyifle içen, şimdilerde havası sönen (MB) de, Evren'in bu sözlerini aynen tasdik ediyor...
‘Gerçekten haklısınız efendim. Saygı denilen bir şey kalmadı. Bu gazete kapatılmalı...'
Ertesi gün gazete kapatıldı.’’
***
Bu bölümü okuyunca çok meraklandım. Kimdir gazetenin kapatılmasını Evren'den isteyen bu MB isimli gazeteci? Tuğrul kitapta sadece ismiyle soyadının baş harflerini yazmakla yetinmiş.
Allah Allah, MB kim?
Merkez Bankası değil ya!
Kamuoyunda Liboş Mehmet olarak tanınan iş bitirici, ihale takipçisi Mehmet Barlas olabilir mi?
Fakat gelin görün ki, bizim Liboş, şimdi ‘‘demokrat’’ ayaklarında! Ağzında ‘‘fikir özgürlüğü’’ gibi laflar falan geveliyor. O da olamaz!
Valla üşenmedim, bizim Tuğrul'a sordum.
‘‘Yav Tuğrul, kim bu MB?..’’
‘‘Mehmet Barlas...’’
‘‘Yok yav!.. Nayır, nolamaz! O bir demokrat değil mi, o her yerden kovulan, kapıdan kovulduğu yere bacadan giren bir ‘özgürlük savaşçısı' değil mi?..’’
Sonra düşündüm, Türkiye'de ‘‘demokratlık’’ kimlerin ağzına düşmedi ki!.. 12 Eylül döneminde Evren'i zorla evine getirip ağırlayan, ona her yazısında yağ çeken Liboş Mehmet ve karısı Mecbure, şimdi kocası hapiste, oğlu firarda olan şirin Nazlı, karıları ve kocalarıyla birlikte banka batırıp paraları lüpleten, sonra siyasette yükselen uyanıklar, din tüccarları vesaireler!.. Hepsi birden başımıza ‘‘demokrat’’ kesildiler!
Neyse, konumuzdan sapmayalım. Tuğrul Sarıtaş'ın kitabından, bir basın emekçisinin yaşadıklarını öğreneceksiniz. (Ümit Yayıncılık).
Paylaş