GAZETECİ arkadaşımız Gülay Demirtaş İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan bir çukura düştü. Ameliyatlar oldu. Kırıkları bir türlü düzelmek bilmedi ve sakat kaldı. Üstelik hastanelere milyarlarca lira para ödemek zorunda kaldı. Şimdi iki ameliyat daha geçirecek.
Büyükşehir, kendi yarattığı bu olaya seyirci kalıyordu. Konuyu burada 19 Ekim 2006 tarihli yazımda gündeme getirdim.Belediye bunun üzerine telaşlandı ve Demirtaş’a hastane masrafları için 20 milyar lira gönderdi.
Demirtaş, olayda ihmali ve kusuru kesin olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi aleyhine tazminat davası açtı.İlk duruşma birkaç gün önce Eyüp Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapıldı.Şimdi, Belediye adına mahkemeye verilen yazılı savunma dilekçesinden bir örnek vereyim. Türkçe hataları onlara aittir!
"Dava konusu olayda davacı olay mahallinde yaya yürümekte iken kazanın meydana geldiğini ileri sürmektedir. Davacı gerekli özeni göstermekte olsaydı, yaya trafiğinin yoğun olduğu mahalde günün hangi saati olursa olsun yoldaki kusurları fark edecek düzeyde aydınlatma bulunmaktadır.
Davaya konu kazada davacı, gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsaydı, kazaya sebebiyet vermezdi. (Yani çukura düşmezdi!)
Davanın reddedilmesini talep ederiz."
Aynen böyle yazıyor savunma dilekçesinde! Bu durumda geriye üç olasılık kalıyor.
1- Demirtaş sarhoştu, çukuru görmedi!
2- İntihar etmek istiyordu, kendini çukura attı!
3- Dikkatli olsaydı belediye çukuruna düşmezdi.
Her üç olasılıkta da hata kendisindedir!
* *Ê *
Küçük Dilara üzeri kapatılmayan kanalizasyon çukuruna düştü. Cesedi birkaç kilometre öteden, pis suların içinde sürüklendikten sonra çıktı. O yöredeki işleri yapan MVM firması ile Belediye arasında çok yakın, sıkı fıkı maddi ve manevi ilişkiler vardı. Belediye bu firmaya trilyonlar ödüyordu. Üstelik avukatları aynı kişi idi. Aynı vakfın üyesi idiler.
MVM firması ile Ankara Büyükşehir’den trilyonluk sayaç ihaleleri alan Termikel grubu arasında da akrabalık-abla kocalığı vardı.
Şimdi küçük Dilara’nın ailesi de belediye hakkında tazminat davası açacak. Eğer aile başka yöntemlerle korkutulup susturulmazsa!.. Ve açılacak davada yine aynı yanıt verilecek:
"Çocuk dikkatli olsaydı düşmezdi. Yanında annesi vardı. Annesinin de dikkatli olmadığı ortaya çıkmıştır. Davanın reddini talep ederiz..."
Bu işler bu kadar basit!
GAZETECi KiTAP YAZINCA
ÇEŞİTLİ gazete ve televizyonların deneyimli Başbakanlık muhabiri Fatma Sibel Yüksek bir kitap yazıp Başbakanlığın perde arkasını anlattı. "Başbakanlığın Bilinmeyenleri" (Truva Yayıncılık).
Bu kitapta ilginç olaylar açıklıyordu. İktidar kesimi kitapta anlatılanlardan hiç hoşlanmadı. Fatma’nın bir süredir yazdığı internet sitesine baskılar yapıldı: "İlanlarınızı kestiririz." Fatma’nın görevine son verildi.
Gazetecinin kimliği olan ve devlet tarafından verilen sarı basın kartının devamı için, ismi pek bilinmeyen bir gazetede çalıştığı gösteriliyor, SSK primleri bu yolla ödeniyordu. İşsiz kalan her gazetecinin yaptığı bir şeydi. Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in başında olduğu Basın İlan Kurumu bu gazeteye baskı yapmaya başladı: Resmi ilanlarınızı keseriz. Orası da işi bitirmek zorunda kaldı!
Bundan on gün önce Fatma Sibel Yüksek’in evine semt karakolundan polisler geldi. Karakola çağrıldı. Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nden yazı gelmişti. Maaşı, aylık gelirinin nereden ve ne kadar olduğu, ne iş yaptığı soruluyordu. Bir gazeteci karakolda bu açıdan sorgulanıyordu. Yazıyı göstermediler, bir örneğini vermediler. Ertesi gün yeniden çağrıldı. Fatma işi alaya vurdu, "İş takip ederim, Ali Dibo yaparım" dedi.
Ertesi gün Basın Yayın Genel Müdürü Salih Melek’e gitti. Öğrendi ki, karakola yazılan yazı olağan bir işlemmiş ve her gazeteci için yapılırmış! Sonra Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın huzuruna çıktı. Atalay bilgisi olmadığını söyledi.
Fatma en sonunda Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki’ye mesaj atıp olanları anlattı. Beki’nin de haberi yoktu! "Bu işlerin bizimle hiç ilgisi yok" dedi.
Arkadaşımız iktidarın hoşlanmadığı bir kitap yazmış, başı derde girmişti. Karakollarda hesap soruluyor, gözdağı bu yolla veriliyordu.
Bu olay elbette bireyseldi! Medyaya ve gazetecilere yapılan baskı maskı asla değildi!