Paylaş
Orhan Tokatlı Abimiz, Özal dönemini anlatan Kırmızı Plakalar isimli bir kitap yazdı. Kendi anlatımına göre, kitap tam baskı aşamasına geldiğinde, eski ANAP'lı, sonra Refah'lı Mehmet Altınsoy'la bir akşam yemeği yiyorlar. Altınsoy muhabbet ortamında kendisine şöyle diyor:
‘‘O gün sıkılan kurşun Özal'ın parmağına isabet etmedi. Yere düştüğünde, kırılan bardağın parçalarıyla parmağı kesildi. Sonra bunu kurşun yarası diye yutturdular.’’
Tokatlı, yemekte Altınsoy'dan duyduğu bu sözleri kitaba yetiştirememiş. Bu yüzden önsözde veriyor.
Şimdi günlerden beri bu konuyu tartışıyoruz. Kurşun muydu, cam kesiği miydi?
Belki diyeceksiniz ki ‘‘Yav kardeşim, aradan bilmem kaç yıl geçmiş, her şey olup bitmiş. Şimdi bunlardan bize ne’’... Haklısınız. Ama bu olaydan çıkarılacak dersler var. Özellikle gazetecilik ve kamuoyunu yanıltma açısından.
1- Orhan Tokatlı, Milliyet'in Ankara Temsilcisi idi. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, gazeteciliğe yeni başlamış Ankara muhabirlerinden biri de bendenizdim.
Abdi Bey, habercilik açısından kılı kırk yaran bir gazeteciydi. Bir haber geçtiğiniz zaman mutlaka eksiğini bulur ve size adeta kan kustururdu. Kural şöyleydi: Haberi başka kaynaklara doğrulatacaksın, ayrıca adı geçen her kişinin de görüşünü alıp haberde yazacaksın.
Milliyet muhabirlerinin nice haberleri, ben dahil, bu yüzden ve haklı olarak geri çevrilmiştir. Hem de Orhan Abim tarafından...
Çünkü haber, Abdi İpekçi'nin titiz kuralları uyarınca eksiktir, karşı tarafın görüşü alınmamıştır, yeterince araştırılmamıştır falan filan. Oturup haberi yeniden yapar, ya da çöpe atardık.
Orhan Abi bu uygulamanın Ankara'daki temsilcisiydi. Haber eksik olursa, fırçayı önce o yerdi.
Fakat şimdi kitabında yaptığına baktığımda, Abdi İpekçi'nin bu öğretilerinden tamamen kopmuş olduğunu gördüm. Öyle ya, sadece Mehmet Altınsoy'un sofradaki sözlerine dayanarak bu tek kişilik iddiayı gündeme getirmekten kaçınmamış.
Kitapta yer alan bu husus, habercilik açısından eksik. Abdi Bey'in kurallarını yıllar boyu hem kendisi uygulayan, hem de bize uygulatan Orhan Abim, konuyu hiç araştırmadan yazmayı uygun görmüş.
2- Son yapılan tartışmalarda herkes, hadisenin kurşun yarası olduğunu söyledi. Olay sonrasında bu konuda doktor raporları düzenlendiği ortaya çıktı. Aksini iddia eden olmadı. Tokatlı ise Altınsoy'a güvendiği için bunları yazdığını söylemekle yetindi.
3- Bu konuda konuşmayan sadece Mehmet Altınsoy kaldı! Kaç gündür sanki yer yarıldı, Tokatlı'ya bu sözleri söylediği belirtilen Altınsoy yerin içine girip kayboldu. (En azından, dün bu yazıyı yazdığım saat 17.30'a kadar böyleydi.)
Bu durum, bu ülkede belediye başkanı, milletvekili, bakan olarak görev yapmış bir siyasetçiye yakışmaz.
Ortaya çıkar, iddiasını kanıtlar, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyler, dağarcığında ne varsa ortaya döker. Yani bir şey yapar.
Ortalıktan kaybolarak sorun çözülmez.
Çıksın ortaya ve bildiği ne varsa açıklasın.
4- Reklamın iyisi kötüsü olmaz! Böyle sansasyon yaratan konular, ne olursa olsun kitabın satışına yarar. Bir kitap medyada gündeme geldiğinde, okur sayısı artar. Bu da doğal olarak hem yayınevine, hem de yazara maddi ve manevi kazanç getirir.
***
Konu, şu andaki durumuyla hiç önemli değil. Bunu tartışma boşuna zaman kaybıdır. Eğer Altınsoy veya Tokatlı bu iddiayı kanıtlasaydı, yani suikast günü yaranın kurşunla değil de cam kırığıyla oluştuğu belgelenseydi, iş o zaman önem kazanır ve Özal döneminin bir sahteciliği daha ortaya çıkarılmış olurdu.
Ama şu anda iş bitmiştir.
Ortaya bir iddia atılmış, hadisenin doğru olmadığı belirlenmiş ve her şey havada kalmıştır. Yaratılan sansasyon -kitabın satışını artırma dışında- boşa gitmiştir.
BİR ALTGEÇİT HİKÁYESİ
Ankara'nın göbeğinde, en merkezi yerinde yaklaşık bir yıldan beri bir altgeçit yapılıyor. Akay kavşağı felç durumda. Bu altgeçit için çevre altüst edildi, en az 40 yıllık koca koca ulu çınarlar kesildi.
Çukurlar açıldı, yollar kesildi. Trafik korkunç durumda. Koskoca bir alanda iğrenç bir inşaat görüntüsü egemen.
Herhalde toplam uzunluğu iki kilometreyi bile bulmayan altgeçitler açılacak. Yirminci yüzyılın sonuna gelmişiz, elalem İngiltere ile Fransa'yı denizin altından tünelle bağlıyor ama Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan bu inşaat bir türlü bitmek bilmiyor.
Bitmediği gibi, bazı yanlış uygulamalar yüzünden yıkılıyor, yeniden yapılıyor. Ankara halkı perişan. Ama hesap soran, tepki gösteren yok. Koyun gibi oluşumuzun somut örneklerini her gün bu rezaletin içinde bir kez daha yaşıyoruz. Şimdi ben bu inşaatı yaptıranlara soruyorum:
1- Bu iş ne zaman bitecek?
2- İhaleye kaç firma girdi, kim hangi fiyatları verdi, ihaleyi kaç firma hangi fiyattan aldı?
3- Bunlara bugüne kadar kaç milyon dolar ödendi?
4- Bundan sonra kaç milyon dolar ödenecek ve toplam maliyet ne olacak?
5- Uçan kuşa trilyonlarca lira borcu olan, sadece Ceylan İnşaat'a 4 trilyon borç takan belediye, bu firmalara parasını nasıl ödüyor? Başkalarının hakkı onlara mı veriliyor, yoksa onlar da Kızılay menfaatine(!) mi çalışıyor?
Bu sorulara yanıt verilmeyeceğini çok iyi biliyorum... Çünkü hesaplar biraz karışık!
Hadise ‘‘devletin’’ gözleri önünde oluyor. Ama soran yok.
Size dahasını söyleyeyim! Altgeçit bitecek, bir kavşaktaki tıkanma önlenecek ama bu kez de onu izleyen kavşaklar tıkanmaya başlayacak!..
Ve milyonlarca dolar uçmuş olacak!
Aynen Alfagas rezaletinde olduğu gibi.
Paylaş