Bir sohbetin ardından

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Sevgili okuyucularım, bazen öyle ortamlarda bulunursunuz ki, her saniyesini içinize sindirip yaşarsınız. O ortamı yıllar geçse unutmazsınız.

İşte biz, önceki gece bunu yaşadık. Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Güven Erkaya, Bekir Coşkun, Muharrem Sarıkaya, komutanın emir subayı albay Kaya Doğusel ve ben, saat 19.30'da oturduğumuz masadan gece saat 01.00'de istemeyerek kalktık.

Genç kuşaklar pek bilmez. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında çok üzücü bir olay yaşamıştık. Ordumuzun Kıbrıs'a çıktığı 20 Temmuz gününden bir gün sonra, 21 Temmuz günü kendi savaş gemimizi kendimiz batırmıştık.

Alınan yanlış bir istihbarat doğrulatılmamış, üzerine gidilip araştırılmamış, Ankara'daki savaş karargâhında bazı eşgüdüm hataları yapılmış, Hava Kuvvetleri ile Deniz Kuvvetleri arasında yanlış anlama ve değerlendirmeler olmuş ve bütün bunların sonucunda, üslerinden kalkan jetlerimiz, Kıbrıs yakınlarındaki Kocatepe muhribimizi Yunan gemisi zannedip yanlışlıkla batırmışlardı.

Neydi o istihbarat? ‘‘Cephane ve malzeme yüklü bir Yunan deniz konvoyu Rodos tarafından Kıbrıs'ın Baf limanına doğru yol alıyordu!’’ Bu yanlış istihbarat Ankara'daki karargâha geliyor ama doğrulatılmıyor... Konvoyun imhası için emir veriliyor... Ve Hava Kuvvetleri ile Deniz Kuvvetleri arasındaki uyumsuzluk nedeniyle, Türk jetleri, bizim o yörede bulunan muhriplerimizi Yunan gemileri zannedip bombalamaya başlıyor. Kocatepe çok sayıda isabet alıyor ve yanmaya başlıyor.

Batmakta olan Kocatepe'nin mürettebatını kurtarmak için yardıma gelen Mareşal Çakmak muhribi de uçaklarımızın saldırısına uğruyor. Yara alarak kurtuluyor ve zorunlu olarak Mersin'e doğru kaçıyor.

Kocatepe batıyor. 70 dolaylarında şehit veriyoruz.

Gemi komutanı, son çare olarak gemiyi terk emri veriyor. Can salları denize indiriliyor, kurtulan subay, astsubay ve erlerimiz salların içinde kendilerini Akdeniz'in ortasında buluyor.

***

Batırdığımız Kocatepe muhribinin komutanı kurmay yarbay Güven Erkaya, uzun yıllar sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu.

Önceki gece yemek yerken kendisine sordum:

‘‘Paşam, nasıl batırdık kendi gemimizi? Şu olayı anlatır mısınız?..’’

Erkaya bu konuda bugüne kadar hiç konuşmamış, hiçbir açıklama yapmamıştı. Masada çok güzel bir ortam vardı. Önce istemedi, sonra bütün ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. Nefeslerimizi tutmuştuk. Bir ‘‘tarih’’ önümüze açılmıştı.

Bunları yazmıyorum... Çünkü Erkaya, bu olayı kendisinin açıklaması için zamanın erken olduğunu, aksi halde hayatta olan bazı kişilerin rencide edileceğini, gereksiz bir tartışmanın başlayacağını söylüyor... Ve ekliyor:

‘‘Ama bu açıklamayı Genelkurmay yapmalıdır. Ben her şeyi yazdım. Bütün belge ve bilgiler devlet arşivinde var.’’

Fakat Erkaya batışın sonrasını öyle bir anlattı ki, onu yazmak için iznini aldım... Çünkü bu insancıl hadiseyi sizin de bilmenizi istedim.

***

21 Temmuz 1974 günü saat 16.30 dolayları. Kocatepe batmış. Şehit düşmeyip hayatta kalanlar can sallarına binip gemiden ayrılmışlar. Komutanın salında 15 kişi var. Bütün sallarda acil durum için bir miktar su, yiyecek, olta, bıçak, fişekler ve sigara bulunuyor. Diğer can salları ile kopmuşlar.

Erkaya mürettebatı salda diri tutmak ve paniği önlemek için emirler veriyor ve işbölümü yaptırıyor. ‘‘Sen suyu dışarı atacaksın, sen oltaları hazırlayacaksın. Suyumuz kısıtlı, çok az içeceğiz. Nasılsa bizi birileri kurtaracak. Sakın telaşlanmayın. Saldan atlayan ölür...’’ Amaç paniği önlemek. Erkaya tam 24 saat su içmiyor.

Gece oluyor. Gece salda geçiyor. Ertesi sabah gün ağarıyor, diğer sallar ortada yok. Temmuz ayında Akdeniz güneşi yakıyor.

Aradan 24 saat geçmiştir. Akşam saat 16.00 dolaylarında, bir gemi bunları görüyor. Yaklaşıyor ve saldakileri içeri alıyor. Artık kurtuldular. Bu, İsrail Deniz Ticaret Okulu'nun küçük bir balıkçılık uygulama teknesidir. Kaptanı da Ruben isimli İstanbullu bir Musevidir. Türkçe konuşuyorlar.

Gemi seferden döndüğü için yiyeceği ve suyu azalmıştır. Kaptan Ruben, denizden kurtardığı askerlerimize hemen battaniye, ekmek, bisküvi, kaşar peyniri ve kırmızı şarap veriyor.

Aramaya girişip diğer sallardaki mürettebatı da kurtarıyorlar. Böylece, küçük balıkçı gemisinde Kocatepe mürettebatından yaklaşık 60 Türk askeri oluyor.

Gemi telsizinden Ankara ile konuşup kurtulduklarını bildiriyorlar. İsrail'in Hayfa limanına doğru gidiyorlar. Erkaya bir duş alıyor ve posta erine, rütbelerini söktükleri üniformaları yıkatıyor. Amaç İsrail'e temiz bir görüntüyle çıkmak.

Kaptan Ruben bütün askerlerimizle ilgileniyor, tayfalar büyük yakınlık gösteriyor. Kendi yiyeceklerini onlara veriyorlar. O gece güvertede uyuyorlar. Böylece tam 24 saat, balıkçı gemisinde geçiyor.

Hayfa'ya ulaştıklarında onları İsrailli yetkililer karşılıyor. Askerlerimize büyük ilgi gösteriliyor, transit yolcu uygulaması yapılıyor, hepsine yiyecek veriliyor ve havaalanında bekleyen THY uçağına binip yurda dönüyorlar.

Kaptan Ruben'le askerlerimiz, limanda sarmaş dolaş oluyorlar. Çok duygulu vedalaşma sahneleri yaşanıyor.

***

Aradan uzun yıllar geçiyor. Batırılan Kocatepe'nin komutanı kurmay yarbay Güven Erkaya adım adım yükseliyor ve Deniz Kuvvetleri Komutanı oluyor. 1997 yılında komutan sıfatıyla İsrail'i ziyaret ediyor. Orada yetkililere soruyor:

‘‘Sizin Denizcilik Okulu'nda Ruben isimli bir kaptan vardı. Bizi kurtarmıştı. Acaba hayatta mıdır? Onu bulabilir misiniz?..’’

Tam 23 yıl geçmiş. Kaptan Ruben bulunuyor. Yaşlanmış, emekli olmuş, köşesine çekilmiş. Büyükelçiliğimize davet ediliyor.

Ruben, 23 yıl önce kurtardığı kurmay yarbayı, karşısında Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görünce çok şaşırıyor. Kucaklaşıyorlar. Gözler yaşla doluyor. 23 yıl öncesini birlikte anıyorlar.

Erkaya yurda dönüyor. Hemen ardından Kaptan Ruben ve eşini Türkiye'ye davet ediyor. İkisi birlikte geliyorlar. Yaşlı karı kocaya İstanbul'da tam 10 gün boyunca krallar gibi bir ağırlama yapılıyor. Kadın ağlıyor:

‘‘Allah'ım rüyada mıyız? Fakir emekli evimizde otururken birdenbire başımıza talih kuşu kondu...’’

60 Türk askerini ölümden kurtaran, kendi yemeyip ekmeğini ve suyunu küçük balıkçı teknesinde onlara veren Ruben'e olan teşekkür ve gönül borcumuz, 23 yıl sonra işte böyle ödeniyor.

Güven Erkaya bunları anlatırken, masada hepimizin gözleri dolmuştu. Ne güzel bir sohbetti.













Yazarın Tüm Yazıları