SEVGİLİ okuyucularım, insan bazen güzel bir şey yaptığı zaman kendisiyle adeta övünür, bunu herkesin bilmesini ister ve o doğrultuda çağrıda bulunur.
Ben bunu kitap bağışı olarak yapıyorum ve herkesin yapmasını diliyorum.
Kitaplar, evimizde bir süs eşyası değil. Kitabı alıyoruz, okuyoruz ve eğer bir kez daha okumayacaksak bile, onu evimizde tutuyoruz. Oysa bir yerlere bağışlasak, o kitabı yüzlerce insan okuyacak.
Bakın ben ne yapıyorum:
Yazarları tarafından bana imzalanmış kitapları Ankara'da Başkent Üniversitesi kütüphanesine bağışlıyorum. Bu yazarlar arasında Türkiye'nin en ünlüleri var, ismi hiç bilinmeyenler var.
İmzalı kitaplar!
Onları hep özenle ve ayrı korudum. Sadece yeniden okuyacaklarımı ayırdım ve günün birinde Başkent Üniversitesi'ne bağışlamaya karar verdim. Rektör Prof. Dr. Mehmet Haberal, kütüphanede benim adıma özel bir bölüm açtırdı. Yazarlarından imzalı kitaplarım şimdi orada ‘‘Emin Çölaşan koleksiyonu’’ adıyla binlerce öğrencinin hizmetinde.
Geçenlerde verdiklerimle birlikte tam 2.553 adet yazarları tarafından benim adıma imzalanıp gönderilen kitap.
Böyle bir uygulamanın değil Türkiye'de, dünyada bile ilk ve tek olduğu kanısındayım.
Kitap bağışladığım yerlerden istediğim tek şey, bana bir teşekkür yazısı gönderilmesi.
* * *
İlk imzalı kitabımı doğum günümde rahmetli babam hediye etmiş. Ben 2 yaşındayım. 3 ciltten oluşan kitabın adı ‘‘Nutuk. Gazi Mustafa Kemal. 1927.’’
Babam bütün ciltleri ayrı ayrı imzalamış:
‘‘Oğlum Emin Çölaşan'a, iki yaşında ilk kitabın. Baban Umran Emin Çölaşan. 14 Mart 1944.’’
Aldığım ikinci imzalı kitap, ODTÜ'de öğrenci iken hocam ve çok sevdiğim ağabeyim Ergin Günçe'nin Gencölmek isimli şiir kitabı. Ergin abi şöyle yazmış:
‘‘Emin Çölaşan'a. Bu kitap hızlı yaşamaya, çabuk ölmeye ve güzel bir cesedi olsun istemeye karşı bir direniştir. Bütün gencölenlere yakılmış bir ağıttır. Sakın gencölme. 29 Aralık 1964.’’
Bana ‘‘sakın gencölme’’ diye yazan Ergin abi, ne yazık ki 45 yaşında bir uçak kazasında gencöldü.
* * *
Gün geldi, gazeteci oldum... Ve imzalı-imzasız kitaplar akmaya başladı. Buna kendi aldıklarımı ekleyin. O kitaplar sadece benim malım olamazdı. Başkalarının da okuması gerekirdi... Ve daha sonra bazılarını, bir kez daha okuyacaklarımı ayırıp kitapları bağışlamaya başladım.
Yazarlarından imzalı 2.553 kitap Başkent Üniversitesi'ne.
Ötekiler, binlercesi başka yerlere.
Halk kütüphaneleri için Kültür Bakanlığı'na. Ankara Yarı Açık Cezaevi'ne. Ankara F Tipi Cezaevi'ne. Ankara Kapalı Cezaevi'ne. Siirt İl Halk Kütüphanesi'ne. Diyarbakır-Dicle İlçesi Halk Kütüphanesi'ne.
Bütün bu kuruluşlardan aldığım teşekkür yazılarını özenle saklıyorum.
* * *
Bazı evlerde ve özellikle bazı gazeteci arkadaşlarımın odalarında görüyorum. Kitaplar yığılmış, hatta rastgele yerlere atılmış. Onlara hep aynı şeyi söylüyorum:
‘‘Şunları verin bir yere de, insanlar yararlansın.’’
İnsanımız -çeşitli nedenlerle- kitap almıyor, ya da alamıyor. Ama ilginçtir, bedava bulunca okuyor. Türkiye'nin dört bir yanı bizden kitap bekliyor. İl ve ilçe kütüphaneleri, cezaevleri, okullar, kışlalar...
Toplayın kitapları, işinize yarayacak olanları ayırın ve ötekileri verin yakın çevrenizde bir yerlere.
Raflarda ve yerlerde tozlanacağına, süs eşyası gibi duracağına, o kitapları birileri okusun.
Bir zamanlar ansiklopedi furyası vardı. Bütün gazeteler ansiklopedi veriyor ve çok da iyi ediyordu. Bugün yüz binlerce evimizde o ciltler duruyor ve çoğunda yararlanan yok.
Bunlar niçin çevredeki okullara, ya da başka yerlere bağışlanmıyor?
Evet evet, ben iyi bir iş yapıyorum ve bunu burada kıvançla açıklıyorum. Size de aynı çağrıda bulunuyorum.