BİZİ bundan önce yöneten iktidarların, hükümetlerin, partilerin ve siyasetçilerin hiç aklı yokmuş! Şimdi onlara acıyorum. Zavallı geçmiş iktidarlar, Türkiye onların döneminde de ekonomik sıkıntılar yaşıyordu.
Ama hiçbirinin aklına bu ülkenin fabrikalarını, arazilerini, tesislerini, altın yumurtlayan tavuklarını ona buna, eşe dosta, yabancılara satalım, bütçeye bu yolla gelir sağlayalım, iki yakamızı bir araya getirelim diye düşünmek bile gelmemişti.
Sonra bizim medyamız, satışların sonucunu vermeye başlıyor:
"Helal olsun, İstanbul’daki araziyi falanca grup 800 milyon doları bastırıp aldı. Büyük para..."
O tesisler, o araziler hep orada duruyordu... Ve devletin, milletin varlığı olarak duruyordu.
Ama gelmiş geçmiş hiçbir iktidar, ekonomik açıdan sıkıştığında, bütçenin iki yakası bir araya gelmediğinde, bunları satmayı düşünmedi.
Adam borçlu. Uçan kuşa borcu var. Geliri, giderini karşılamıyor. Bu durumda ne yapıyor? Evindeki eşyaları satmaya başlıyor ki, günü kurtarsın.
Yarını, geleceği, çocuklarını düşünmeden!
Şimdi bunlar aynı şeyi yapıyor.
Satmak en kolay yoldur. Günün birazını kurtarırsınız. Ya sonrası?..
Karayolları’nın İstanbul’un en değerli yerindeki arazisini 800 milyon dolara sattılar. Şimdi sırada İETT arazisi varmış, onu da satacaklarmış.
İş bununla da kalmıyor.
Özellikle büyük kentlerde, arsa ve arazileri yıllar içerisinde değer kazanan kamu kurumları var.
Okullar, devlet daireleri, hastaneler...
Bir süredir onların dökümünü çıkarıyorlar. Hangi okulu satabiliriz, hangi devlet dairesinin arsasını okutabiliriz, o satışlardan gelecek paraların hesabını yapıyorlar.
Batan geminin malları bunlar. Sat sat bitmiyor!
* * *
Bu düzen sadece kamu varlıkları için geçerli değil! Başka büyük vurgunlar da belediyeler eliyle yapılıyor. İktidar yandaşları, kentlerde büyük araziler alıyorlar.
Oralarda imar yok!
Partili yandaş araziyi ucuza kapatıyor. Sonra belediyeler o arazilere imar veriyor. Sonrasında inşaat izni falan derken, kuleler yükselmeye başlıyor. Yüzlerce daireden ve işyerinden yüzlerce trilyon lira kazanç elde ediliyor.
Böylesine büyük bir rantı elbette ki mal sahibine tek başına yedirmiyorlar!
Avantalar, hortumlar, rüşvetler birbirini izliyor. Bazı başkanlar, ekipleriyle birlikte köşeyi dönüyor, malı götürüyor.
Avantanın bir bölümü de doğal olarak -dolaylı yollarla- ’siyaset organlarına’ havale ediliyor!
Yasa ve ahlak dışı yollarla elde edilen o paraların bir bölümünü de, varoşlarda yaşayan fakir fukaraya kömür, patates, soğan, bulgur, salça paketleri olarak geri ödüyorlar!
Hem oy tavlıyorlar, hem de Allah’ı kandırdıkları düşüncesiyle sevaba giriyorlar!
* * *
Bu AB’nin peşinde dolananlara, her gün millete pembe masallar okuyanlara, "ille de AB’ye gireceğiz" diye bağıranlara bir soralım bakalım. Acaba hangi AB ülkesinde kentlerin en değerli arazileri böyle satılıyormuş? Hangi AB ülkesinde o ülkenin altın yumurtlayan tavukları, tesisleri, fabrikaları, limanları böylesine satışa sunuluyormuş? Hangisi bankalarını birbiri ardına yabancılara satıyormuş?
(Unutmayın, Türkiye’de bankacılık sektörünün yarıya yakını şu anda yabancıların eline geçmiş durumda!)
Türk Telekom’u bile yabancılara sattılar. Telekom şimdi yaptığı zamlar ve uyguladığı yeni tarifelerle, bu kuruluşu beş yıl içerisinde bedavaya almış olacak. Dünyanın neresinde el áleme böyle bir avanta sunulur?
Koş vatandaş koş, batan geminin malları bunlar. Kapanın elinde kalıyor.