Basının basına saygısızlığı

BASININ, yeni deyimiyle ‘‘medyanın’’ gerçek çilekeşleri ve emekçileri, muhabir arkadaşlarımızdır. En az paraya en büyük zahmeti onlar çeker. Sömürü çarkının en önünde onlar vardır. Bazıları bedava çalıştırılır.

‘‘Koş oraya, gel buraya, haberi yakala, bu haber olmamış, haberi atlamışsın, habere takla attır, gerekirse asparagas yap... Bekle orada... Sen muhabirsin, ne diyorsak onu yapmak zorundasın...’’

Bu çocuklar gece gündüz demeden çalışırlar. Şimdi her gazeteden ve her televizyon kuruluşundan arkadaşlar, tam 20 günden bu yana ‘‘Bülent Ecevit nöbeti’’ tutuyor.

Bu nöbet, Ecevit ilk kez Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne geldiğinde başladı. Sonra evinde günlerce devam etti ve şimdi yine Başkent Hastanesi önünde, sokak ortasında sürüyor.

Onların koşullarını size anlatayım:

Nöbet 24 saat aralıksız devam ediyor, 12 saatte ekip değişiyor. Her gazete ve televizyondan en az 2 kişi -muhabir, foto muhabiri, kameraman- nöbette. Buna 24 saat orada bekleyen şoförleri, naklen yayın araçlarını ve teknik kadroları ekleyince, kadro 70-80 kişiye ulaşıyor.

Gece sabaha kadar ayazda donuyorlar, araçların içinde sırayla kıvrılıyorlar. Gündüz sıcakta, hastanenin önüne bir gölgelik kurmuşlar, onun altında oturup bekleşiyorlar.

Bu çocuklar yiyecek, içecek ve tuvalete gidecek. Ecevit'in ev nöbetinde tuvalet yoktu. Gündüzleri birkaç kilometre ötedeki Türk-Japon Vakfı'na gidiyorlardı. Geceleri ise ağaç diplerini kullanmaktan başka çareleri kalmamıştı. Şimdi Başkent Hastanesi onlara tuvalet olanağı sağlamış, geceleri battaniye vermiş, çay kahve göndermiş, mutlu olmuşlar.

* * *

Özellikle biz gazeteciler, haber uğruna bu çileyi çeken arkadaşlarımıza saygı göstermek zorundayız. Fakat gelin görün ki, öyle olmuyor.

Bazı gazeteciler, o muhabir arkadaşlarımıza saygısızlık yapıyor.

Mehmet Ali Birand
önceki gün hastanede yapılan zirve toplantısını izlerken, hem de canlı yayında onlardan ‘‘medya sirki’’ diye söz etmekten utanmıyor. Dün bir gazetede arkadaşlarımızın yaşam koşulları ‘‘plaj’’ olarak tanımlanıyor.

Artık dayanamayan ‘‘Ecevit nöbetçisi’’ muhabirler, dün bir bildiri yayınlayıp bütün medya kuruluşlarına gönderdiler. Onları küçümseyip alay edenler için bir ibret belgesidir:

‘‘Sayın Ecevit'in rahatsızlığı sonrası biz basın çalışanlarının çalışma süresi ve yerleri, zorunlu olarak değişikliğe uğradı. Öncelikle Sayın Ecevit'in konutu, ardından da Başkent Hastanesi önündeki bekleyişimiz 24 saatlik bir mesaiyi beraberinde getirdi. Her iki yerdeki çalışma koşulları hem zorunlu ihtiyaçlarımızı gidermede, hem de görevimizi yapmada zorluklar yarattı.

Koşulların bilinmesine ve gözlenmesine rağmen kimi haberlerde ve programlarda ortamın ‘medya sirki' veya ‘plaj' ifadeleriyle tanımlanmasını anlamakta güçlük çekiyoruz. Daha da kötüsü, kendi içimizden olduğuna inandığımız kişilere bunu anlatma durumunda kalmamız bizi daha da üzüyor. Gerekli hassasiyetin bundan sonra gösterileceğini umuyor ve bekliyoruz’’.

Bay Mehmet Ali Birand geçmişteki sahtecilik dosyalarını unutmuş, çok büyümüş (!) ve görev yapan meslektaşlarından ‘‘sirk’’ diye söz etmekten sıkılmıyor. Birkaç dakika için oradan yayın yapmaya geliyor ve bunu söylemeye dili varıyor.

Biz böyleleri yüzünden basın olarak kendi içimizde saygı ve sevgiyi hem meslek, hem de insanlık açısından yitirmiş durumdayız. Böyle bir ortamda kimden saygı ve sevgi beklemeye hakkımız olabilir?


İKİ KİTAP


Sevgili okuyucularım, bugün size iki güzel kitaptan söz etmek istiyorum. Okursanız beğeneceksiniz.

- Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'nun kitabı Hedef Türkiye. (Otopsi Yayınları). Türkiye üzerinde içeride ve dışarıda oynanan oyunlar, yurt ve dünya sorunlarında halktan gizlenen gerçekler. Yeniden başlatılması gereken kurtuluş savaşı.

- Gazeteci arkadaşımız Işık Kansu'nun kitabı Çocukluğa Yolculuk. (Bilgi Yayınevi). Bazıları aramızdan ayrılmış 23 ünlü kişinin çocukluk yaşamları.Muzaffer İlhan Erdost, Mahmut Makal, Ahmet Taner Kışlalı, Muzaffer İzgü, Halil Tunç ve diğerleri. Çok değişik bir kitap.
Yazarın Tüm Yazıları