SEVGİLİ okuyucularım, bu yazıda yazacaklarımı başka hiç kimsenin yazması mümkün değildir. En baştan özetlemek isterim. Şöyle ki:
Günde en az 200 e-posta mesajı, faks, mektup alıyorum.Bunlar kemiksiz! Yani basın bildirileri, fıkralar, gırgırlar falan filan yok.
Bunlar, bana siz Hürriyet okurlarından doğrudan gönderilen net mesajlar.Bazılarında yolsuzluk ihbarı, çoğunda yakınma, ülkenin genel gidişi konusunda endişeler... Öneriler, istekler, dertleşmeler, sırlar, övgüler, eleştiriler...
İyi bir avukat soranlar, derdini anlatanlar, kitap isteyenler, rüyasını anlatanlar, aklınıza ne gelirse! Hürriyet okurları beni bir dert babası, sırdaş olarak görüyor ve bundan gurur, onur duyuyorum.
Hele şu sıralarda mesaj sayısı bazen günde 500’ü aşıyor. Hepsini tek tek okuyorum. Ama burada itiraf edeyim, çoğuna yanıt vermem mümkün olmuyor. Eğer bunu yapmaya kalkışsam, inanın 24 saat yetmez. (Bana bu konuda lütfen kızmayın, gönül koymayın.)
Yıllar önce günde -zarfta- 30 mektup falan alırdım ve ellerim zarf yırtmaktan nasır tutardı!Şimdi mektup sayısı çok azaldı ve onun yerini internet olayı aldı.Aldığım faks sayısı da bu doğrultuda azaldı.Günde 30’u geçmiyor.
Bana yazdıklarınızdan sık sık yazı konusu çıkarıyorum. Sizden ricam, örneğin bir yolsuzluk olayı aktarıyorsanız, belgeli olsun. Ya da mesajlarınızın altına mutlaka telefon numaranızı da yazın ki, gerekirse sizi arayıp konuşmam mümkün olsun.
* * *
Şimdi gelelim bu yazıyı neden yazdığıma. Bana bugüne kadar gönderdiğiniz mesajların hiçbirini çöpe atmadım. Sağolsun, bizim sağ kolumuz Leyla, e-postaları bana káğıda çekip getiriyor. Fakslar ve mektuplar zaten káğıtta.
Ben bunları okuyorum, sonra tümünü biriktiriyorum. Nasıl yapıyorum? Her ay gelen binlerce belgeyi saklıyorum. Bunlar iki aylık olunca, büyük kutulara koyup kaldırıyorum. Kutunun üzerine de örneğin şöyle yazıyorum:
"Emin Çölaşan. Nisan-Mayıs 2007. Gelen mesajlar."
Şimdi belki soracaksınız: "Biriktiriyorsun da ne oluyor?"
İşte bütün mesele burada.
İki aylık káğıtları kutuladıktan sonra arkadaşlara veriyorum ve başka yer olmadığı için bunları bizim gazetenin kalorifer dairesine götürüyorlar.
Belgeler orada, kutuların içinde kuzu kuzu yatıyor!
* * *
Oysa o belgeler değil Türkiye’de, dünyada bile hiç kimsede, hiçbir gazetecide olmayan bir manevi hazine. Ben istiyorum ki, birileri bunları değerlendirsin...
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden Doç.Dr. Ali Murat Vural birkaç yıl önce geçmişin belgelerini ekibiyle değerlendirmiş ve kitap yapmıştı: "Çölaşan’a Mektuplar."
Elimdeki belgelerde ülkemizin bir anlamda arşivi yatıyor. Biriken yüz binlerce káğıtta Türk milletinin, her kesim ve görüşten insanlarımızın son yıllardaki duyguları, düşünceleri, övgüleri, yakınmaları, sorunları, istekleri, hatta az da olsa bana karşı eleştirileri yer alıyor.
Belgeler kutuların içinde sırasıyla -ikişer aylık olarak- dizilmiş durumda.Şimdi soruyorum:
Hiç kimsenin ve hiçbir kuruluşun sahip olmadığı bu manevi hazineyi benden isteyen olur mu?
Bunları bir üniversiteye, bilim kuruluşuna armağan etmek istiyorum. Bir ekip kurulsun, üzerinde çalışılsın ve Türk insanının ne istediği, ne istemediği, nelerden yakındığı, her şeyi ile ortaya çıkarılsın.
Muhteşem bir arşivdir.
Bir gazeteci ile okurları arasında kurulmuş, eşi benzeri olmayan bir "güven ve sırdaşlık" köprüsüdür.
* * *
Böyle bir gazetecilik arşivi dünyanın hiçbir yerinde herhalde yoktur. Bunları, üzerinde ciddi çalışıp değerlendirmek amacıyla isteyip alacak bir üniversite veya başka bir bilim kurumu varsa, bana yazıyla başvurmasını rica ediyorum.
Sadece iki konuda yazılı güvence isterim:
1- En kısa zamanda ekip kurulacağı ve araştırmanın savsaklanmayacağı...Çünkü okunması gereken on binlerce yazılı belge var.
2- Bana yazan okuyucularımın ismi, adresi, telefonu asla açıklanmayacak, hiç kimseye verilmeyecek.
Bu bulunmaz arşivi artık bizim gazetenin kalorifer dairesinden çıkaralım ve bilimin, araştırmacıların hizmetine sunalım.
Ciddi kurumlardan gelecek yazılı önerileri bekliyorum.
Gelmezse, dünyada tek olan arşivimi káğıt hurdacılarına armağan edeceğim! Hiç değilse onlar kazansın.