Paylaş
Sabah oldu ama gökyüzü hâlâ karanlık. Bahçede birkaç kuş sohbet ediyor.
Çok hararetli bir tartışma var aralarında. Kuşların şakımaları hep aşkla, şiirle, tutkuyla özdeşleştirilir.
Muhtemelen gel bak burada tombul solucanlar var diyorlar birbirlerine.
Arada sırada susuyorlar, sustuklarında öyle bir sessizlik oluyor ki asıl bu sessizlik şarkılarını güzel kılan.
Yılın son günleri, kuşların şarkıları İngiliz ozan Thomas Hardy’nin “The Darkling Thrush” (Karanlıktaki Ardıç Kuşu) şiirini getirdi aklıma.
Karanlığı kadar güzel bir şiir.
Şair, karanlık içindeki ardıç kuşunun neden bu kadar neşeli şakıdığına anlam veremez.
Hardy “Onun farkında olup, benim bilmediğim bir ümit var” diyerek bitirir şiirini.
Ruh halim tamamen bu. Yıl bitiyor.
Gelenin yeni olması için bir sebep yok. Gerek de yok.
Yılın yeniliğinden çok “yarının başka bir gün olması” önemsediğim.
Birkaç gün sonra takvim bir başlangıcı işaret edecek.
Yılın yeniliğinden ziyade “başka bir gün” oluşu kıymetli olacak.
Gelen yılda da her gün başka bir gün olmaya devam edecek.
Bir bakacağız pandemi geride kalmış, başka dertlerimiz var. Onların da üstesinden geleceğiz.
Bugün sokağa çıkabileceğimiz bir gün mü emin değilim.
Oğlum Lorenzo Deniz çok güzel ezberlemiş, “Şu günler kırmızı bölgeyiz, bu günler turuncu, sonra sarı bölge olacağız” diyor.
Sokağa çıkamadığımız günler, kuşların sessizliği gibi.
Benim hesabımı tutamadığım bu sarılar, kırmızılar, turuncular İtalya’nın ‘bayram pandemi’ tarifesi. Noel’de evdeydik.
Yeni yıl ve Noel arası birkaç gün kısmen özgürüz.
Yeni yıl ve etrafındaki birkaç gün evde.
Sonra biraz dışarıda, biraz içeride.
Noel, aile bağlarının, insan ilişkilerinin kutsandığı bayramdır İtalyanlar için.
Mutfak ve masa etrafında döner. Noel olduğu sürece İtalyanlar yemek yapmayı unutmayacak.
Üç kuşağın birlikte yaptığı yemekler bu kültür için inanılmaz bir aktarım, klonlama.
Noel’i Noel yapan kuşak, en yüksek risk grubuna girdiği için bu Noel daha yalnız geçti. Yılbaşı da öyle olacak.
Bu sakin hale ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Eğlenmek için çırpınmaya gerek olmadan, en insan halimizle giriyoruz bu yıla.
Biraz ürkek ama hayatı kutlama fırsatını da kaçırmadan.
Sofra hep yaşamın metaforu
Sofranın kurulduğu kültüre göre metaforun içeriği değişse de çatı hep aynı.
İyi günümüzde kötü günümüzde sofradayız.
Pandemi döneminde herkesin daha çok yemek yapması, sosyal medyada arsızca pişirdiklerimizi paylaşmamız bu metaforun bir parçası sanki.
Evlerimizde kapalı kaldıkça, görülmek istedik, buradayım demek istedik.
Evlerimizden çıkamadığımız göz göze konuşamadığımız bu yıl çevrim içi görüşmeler bizi birlikte tuttu.
Sosyal mesafeyi korumak adına teknolojiyle mesafeleri kısalttık.
Ben bu sene Türkiye’de son birkaç yılda tanışmadığım kadar çok insanla tanıştım.
Roma’dan Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir derse konuk olup öğrencilere yemek pişirdim.
Instagram’ı hiç kullanmadığım kadar çok kullandım.
Tanımadığım, çok iyi arkadaşlarım var bugün. Sofra paylaşmayı özledikçe, yaptığım yemekleri paylaştım.
Bir yandan görgüsüzlük yaptığımı da düşünerek.
Güvensiz olduğum sosyal medyanın bu dönemde bir ‘meydan’ olabileceğini gördüm.
Elbette meydanlarda sokak çalgıcıları eşliğinde edilen sohbetlerin tadı başka fakat sanal dünya o kadar da sanal değilmiş.
Ortak kader
Bu pandemide benim hissettiğim en güçlü şey, ortak kader bilinci.
Olmaz dediğimiz şeyler oldu. Rüyamızda görsek inanmayacağımız türden şeyler. Hepimizin başına geldi.
Fakir daha fakir zengin daha zengin olmaya devam edecek muhtemelen. Ama yine de dünyada ortak paydayı genişletti bu virüs.
Hepimiz, tüm kültürel farklılıklarımıza rağmen bir şeyi eşit olarak yaşadık, yaşıyoruz.
Pandeminin getirdiği belirsizlik, kaygan zemin daha iyi paten yapmayı öğretiyor hepimize. Ve de sorgulamayı.
Kuşların farkında olduğu, benim nedenini bilmediğim bir umut var içimde.
Biz yetmişimizde de zeytin ağacı dikelim, gerisi nasıl olsa gelir. Yarın başka bir gün olsun da, varsın yıl eski kalsın.
Meyvesi bol, kökü derin, zeytin ağacı gibi bir yıl dilerim.
Paylaş