‘HAZRETİ İsa’nın Tutkusu’ adında, görenlerin söylediğine göre, seyredenin içini parçalayan bir film var. Geçen sezon, gösterildi.
Fransızca uzmanları bu filmin adı olan ‘passion’ kelimesinin Türkçe karşılığının tutku değil ‘çile’ olduğunu söylediler. Filmi seyredenler de, zaten ortada tutkudan ziyade, bir çile olduğunda hemfikir. Edebiyattan hiç anlamayan benim, bu konuda söyleceğim birşeyim yok. Ancak iktisadi hayatta da ‘yüksek faiz tutkusu’ diye başlayan ruh hali, sonunda ‘çile’ye dönüşüyor onu biliyorum. Sadece bir farkla; iktisadi tutkuların çilesini, tutkusu olanlar değil, kitleler çekiyor. Osmanlı’dan miras kalan ve son 25 yıldır ülkeye egemen olan ‘yüksek faiz-düşük kur’ tutkusuyla nasıl mücadele ettiğim ve kesinlikle başarısız olduğum biliniyor. N’apalım; yenilen pehlivan güreşe doymazmış.
* * *
Osmanlı Padişahları, saraylar inşa ettirmek ve silahlı kuvvetlere yeni moda silah almak için borç almıştır. Borçlar büyüdükçe, bunları ödeyememiş, yeniden borçlanmıştır. Her yeni borçlanmada faizler daha da artmış ve devlet, borç alamadığı için değil, borç alabildiği için batmıştır. Sonunda Osmanlı’nın borçlarının idaresi ‘Düyunu Umumiye’ (Genel Borçlar) adında ve bizzat Batılı alacaklılar tarafından yönetilen bir teşkilata bırakılmıştır. Şimdilerde IMF’yle yapılan Stand-By anlaşmaları ve ‘faiz dışı fazla’ şartı da bunun gibi bir şey zaten.
* * *
Osmanlı maliyecilerine padişahlar, ‘yeni borca yüzde kaç faiz verdin?’ diye değil, ‘ne kadar borç buldun?’ diye sormuştur. Kim daha çok borç bulduysa, o baş tacı edilmiş. Kendisine ‘helal olsun ne maliyeci be!’ denmiş ve altına boğulmuştur. Günümüzün kamu ve özel sektör finansmancıları, Osmanlı maliyecilerinin torunlarıdır. Bunlar da yurt dışından, yüklü krediler buldukça, sanki çok büyük bir marifet yapmışlar gibi, basına kokteyl partiler vermekte ve debdebeli bir hayat sürecek kadar prim almaktalar. Böyle siyasilere ve patrona, böyle finansmancı yaraşır.
* * *
İktisada zerre kadar aklı eren bir kimse, ‘sosyal ve iktisadi maliyeti ne olursa olsun, gereğinde Merkez Bankası faizleri yükseltmeldir’ önermesine karşı çıkamaz. Benim yanlış bulduğum, böylesi soyut bir soruya evet demek değildir. Ortada, en az 25 yıldır süregiden ve ‘kamu borçlarını’ gereksiz yere dört kat arttıran korkak ve bilinçsiz bir ‘yüksek faiz-düşük kur politikası’ var. Bu politika yüzünden, çok başarılı addedilen yaşadığımız yıllarda bile ülkemizde hem ‘bütçe açığı’ hem de ‘döviz açığı’ sürüyor. Denebilir ki; yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, bak şunun şurasında AB’ye giriyoruz, kredi itibarımız artıyor, yabancılar bize desek olacak, biraz daha bu politikaya devam edelim, sonunda hem nominal hem de senin çok şikayet ettiğin reel faizler düşecektir.
* * *
Ben de dört gözle o günleri bekliyorum. Ama birileri kalkıp ‘reel faiz düşüşü, nominal faizleri indikmekle sağlanmaz, başka şeyler gerekli’ diye cevher yumurtlanınca dayanamıyorum. Peki reel faizleri indirmek için, nominal faizleri yükseltmek mi gerek? Nominal faizler yükseldikçe mi, reel faizler düşer ? Evet, reel faizlerin gerilemesi için, nominal faizlerin artması gerekir deniyorsa, o zaman ortada bir yüksek enflasyon beklentisi var demektir. O ihtimal üzerinde duruluyorsa, izlenen dezenflasyonist para politikasına yönetenlerin kendisi güvenmiyor demektir. Beklentileri yönetmek sadece beyanat vermekle olmaz.
Son Söz: Eylemler, söylemlerden daha inandırıcıdır.