Paylaş
Bu hafta, iktisat yazarları için harika bir haberle başladı. Türkiye'nin, iktisadi durumunu tetkike gelen IMF'nin kıdemli başkan yardımcısı, karşısında duran tabloya bakıp parmağını ısırmış, ‘‘Bravo! Gözlerimle görmesem inanmazdım, meğer Türkiye iktisaden fevkalade sonuçlar almış, şaşırdım doğrusu’’ demiş. IMF'nin en yetkili yöneticisinin bu şaşkınlığına biz de şaşırdık doğrusu. Nitekim, genelde iktisadi konulara pek değinmeyen baba yazarlarımız da dayanamayıp, iktisat üzerine kalem oynattılar. Güngör Uras'ın tarzıyla, ‘‘Burası Türkiye abicim, bizim işimize, öyle herkesin aklı ermez’’ mealinde yazılar yazdılar.
Benim şaşkınlığım Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanı'nı TV'de seyredince daha da arttı. Başkan'a göre, kayıt dışı ekonomi, ekonominin yüzde 50'si imiş. Benim, buna bir itirazım yok. Kayıt ve beyan dışı ekonomik faaliyet, kayıt ve beyan içi ekonomik faaliyet kadar büyük olabilir. Ama bundan sonra söylenenler daha ilginç. Başkan, ‘‘Ekonomide büyüme yüzde 8, bu müthiş bir hız. Kayıtdışı ekonomiyi ölçemiyoruz, ölçtüğümüz kadarıyla Türkiye'de adam başına milli gelir yılda 3050 dolar, kayıtdışını da katarsak bu rakam 10 bin ila 11 bin dolar arasındadır’’ dedi. (Bu noktada herhalde eksik bir açıklama oldu. Ekonominin yarısı, kayıt dışıysa ve kayıt içi olanın miktarı da 3050 dolarsa, tamamı 6100 dolar eder. Başkan, Türkiye'de adam başına milli gelir yılda 10-11 bin dolar derken, herhalde TL'den dolara dönüştürmede ‘‘Satınalma Gücü Paritesi’’ -PPP- kullandı.)
Burada duralım. Bir ülkede, ekonomik faaliyetin yarısının ‘‘kayıt ve beyan dışı’’ (unrecorded and unreported) olduğunu, Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) başkanı bir profesör söylüyorsa, ben buna inanırım. Söylediğine göre, bir bildiği var derim. Bildiğine göre, kayıt dışı ekonomi ‘‘ölçülebilmektedir’’ hükmüne varırım. Çünkü DİE, Maliye Bakanlığı değildir. Vergi toplamak için evrakı müsbite veya hukuki delil toplamak zorunda değildir.
DİE'nin görevi, ‘‘bilimsel olarak, doğru ölçme’’ yapmaktır. Hiçbir belgeye dayanmasa bile, ‘‘bilimsel olarak (hukuksal değil) varlığına kanaat getirilen her şey, var sayılır’’. Bilimde ‘‘resmi’’ ve ‘‘gayri resmi’’ diye bir sınıflandırma olmaz. İktisat bir bilimse (ki öyledir) kıstas, bilimselliktir. Yani, iktisadi hesapları ve yorumları ‘‘gerçeğe en yakın ölçülere’’ dayandırmak şarttır. Hiçbir iktisatçı ‘‘resmi rakamlara dayandığı için’’ hata yapma hakkına sahip değildir. Böyle bir tutum, bilime ve halka ihanettir. Bilim adamlarının hata yapmaları mümkündür ve buna sıkça rastlanır. Ama bu hatanın mazereti ‘‘resmi makamlara dayanmak’’ olamaz. Şimdi soralım:
1) Bütçe açıklarının (enflasyondan arındırılmış) Milli Gelir'e (GDP) oranı nedir?
2) Cari işlem (döviz gelir-gider farkı) açıklarının Milli Gelir'e oranı nedir?
Bu soruların cevabını resmi rakamlara dayanarak değil, ‘‘bilimsel olarak’’ veren bir iktisatçı ortaya çıkmadığı sürece, daha çook hem şaşırır hem de şaşırtırız.
SON SÖZ: Ölçemeyen, biçemez.
Paylaş