TÜRKİYE, Fransa, Yunanistan veya Almanya denince, akla önce harita üzerinde sınırları belirlenmiş bir toprak parçası gelir. Aslında belli bir toprak parçasının, Türkiye değil de Almanya diye anılmasının sebebi, orada yaşayanların çoğunlukla Alman olmasıdır. Toprağı, ülke yapan ve ona adını veren, üstünde yaşılan ulustur. Tersi doğru değildir.
İktisadi analizlerde, ülkeleri, kişi başına milli gelir rakamına göre kümelendirmek sıkça kullanılan bir yöntemdir. Ayrıca, kişi başına milli gelir rakamını dışında da kıstasları olan bir "Dünya Beşeri Gelişmişlik Endeksi" (Human Development Index) diye daha kapsamlı bir sıralama da var. Ama petrol zengini ülkeler hariç tutulursa, gelişmişlik sıralamasıyla, kişi başına milli gelir sıralamasıyla büyük çapta çakışıyor. Tabii akla şu soru geliyor. Acaba ülkeler, iktisaden geliştikçe mi, beşeri olarak da gelişiyor; yoksa beşeri gelişme, iktisadi gelişmeyi mi sağlıyor. Pek tabii bu nedensellik ilişkisi, dinamik ortamda birbirini besleyen dairesel bağlantıya dönüşüyor.
Dikkatinizi, gelişmişlik kavramının aslında toprakla değil, insanla ilgili olduğuna çekmek istiyorum. Şöyle bir hükme varmak istiyorum: Dünyada "gelişmiş memleket değil, gelişmiş millet" vardır. Milletler geliştikçe, üstünde yaşadıkları memleket de gelişir. Mesela Avustralya’nın gelişmiş bir ülke olmasının sebebi, o topraklarda gelişmiş bir millet olan İngilizlerin yerleşmesidir. O topraklarda, sadece oraların yerlisi Aborijin’ler yaşamaya devam etseydi, Avustralya, bugün dünyanın en az gelişmiş ülkelerinden biri olacaktı. Avustralyalı denince de akla geri kalmış bir insan gelecekti.
* * *
Türkiye, birçok iyi şeyin üst üste gelmesiyle, son yıllarda önemli bir iktisadi gelişme gösterdi. Bu gelişmenin, büyük çapta küreselleşmenin bir sonucu olduğu açıktır. Ama dışarıdan gelen fırsatları değerlendiren gücün de bu millet olduğunu kesin. Şimdi memnuniyetle görüyorum ki, iktisadi gelişme beşeri gelişmeyi de besliyor. Daha açık bir ifadeyle, yalnız Türkiye değil, Türk milleti de gelişmektedir. Türk milleti geliştiği ölçüde de, ülkenin iktisadi gelişmesi sürecektir. Geçen hafta, 60 yaşını doldurduğu için emekliye ayrılan, Honda’nın Türkiye Genel Müdürü eski iş arkadaşım Sawai’yi ziyaret ettim. Sawai, Tokyo’daki Honda üst yönetimini, Gebze’deki fabrikanın kapasitesini, yıllık 30 binden 100 bine çıkarmaya ikna ettiği için çok mutlu olduğunu ve projenin hızla ilerlediğini söyledi. Bir ara yumruklarını sıkarak "bu ülkedeki kadar iyi insan kaynağına hiç bir yerde rastlamadım" dedi. Doğrusu, onun bu ifadesi beni çok gururlandırdı. Bir zamanlar sanayide nitelikli insan kaynağı sıkıntısı çekilirdi. Anlaşılan şimdi Türkiye’nin yetişmiş işgücü, yabancı yatırımcılar için bir cazibe haline gelmiş. Ben de ona, eskiden Japon firmaları, Türkiye’ye yatırımı, iç piyasa için düşünürdü; biz de ihracata dayanmayan sanayi gelişemez diye tuttururduk. Sonunda anlaşıldı ki; "Türkiye’ye yatırım, Avrupa’ya yatırımdır" dedim. Bu değişimi de galiba çalışanlara borçluyuz.