GEÇEN hafta, belki de yıllarca yemediğim kadar ‘Avrupa Birliği’ ile ilgili bilgilerle beslendim. İkisi Avrupa Birliği milletvekili, biri gazeteci-yazar, diğeri Oxford hocası olmak üzere dört yabacı konuk ve on kadar yerli uzmanla, uzun saatler birlikte oldum. Az konuştum, çok dinledim. Zihinsel yeteneklerimin el verdiği kadar anlatılanları anlamaya çalıştım. Aşağıda bir haftalık eğitimimden derlediklerimi özet halinde sunacağım. Ancak öncelikle bir izlenimimi aktarmak istiyorum. Hani polisiye filmlerde suçluyu konuşturmak için onu sorgulayan iki kişiden biri ‘iyi polis’ diğeri ‘kötü polis’ olur ya, bizim AB ilişkilerimiz de böyle bir mizansende gelişiyor galiba. Türkiye’ye gelen tüm yabancılar ‘iyi polis’. Yani ellerinden geldiği kadar Türkiye’yi AB’ye sokmaya çılışıyorlar. Öyle konuşuyorlar ki, inanın sanki ‘Bizi, bizden çok seviyorlar’. Falakacı kötü polisler, dayağı bastıkça, yani mütemadiyen AB’ye girişimize yeni şartlar koştukça, iyi polisler, akın akın Türkiye’ye gelip bize moral veriyor. ‘Aman bu yoldan dönmeyin, kötü polislerin sesini kesmek için, biraz daha taviz verin, kendinizi daha iyi anlatın ki, biz de sizi daha kolay savunalım’ diyorlar. Gelelim tuttuğum notlara.1. Avrupa Birliği, Avrupalı milletlerin değil, vizyon sahibi bazı Avrupalı devlet adamlarının bir beyin çocuğu. Bir bakıma antidemokratik bir oluşum. AB hareketini halk başlatmamış. Hálá da kurucu (olması gereken) halklar bu oluşumu hazmedebilmiş değil. AB’nin kendisi bir demokratikleşme sancıları çekiyor. 2. Avrupa Birliği, bir yandan genişleyip, diğer yandan kurumsallaştıkça nitelik değiştirmiş. AB, artık kırk yıl önceki ‘Ortak Pazar’ değil. Başlangıçta, ayrı anayasaları olan bağımsız devletlerin katılımıyla ‘yatay’ olarak yapılanan ‘birliktelik’, şimdilerde ‘dikey’ olarak örgütlenen bir ‘birlik’ haline dönüşmek istiyor. Hukuki açıdan hiyerarşik olması gereken dikey örgütlenme, ortak bir ‘anayasa’yı esas almaya mecbur. AB, doğumundan neredeyse yarım asır sonra, AB topraklarının tamamında, aynı ‘Kanun Hakimiyeti’ni (Rule of Law) tesis etmenin temel gereksinimi olan ‘anayasa şemsiyesi’ni daha yeni inşa ediyor. (Bu iki madde, Oxford hocası Kalipso Nikolaydis’in anlatımlarından çıkarılmıştır.)3. Avrupa Topluluğu, gevşek bir ‘birliktelik’ten, hiyerarşik bir ‘birlik’ haline dönüştükçe halkların, karar alma sürecinde daha fazla söz sahibi olması gündeme gelmektedir. Bu da Avrupalı siyasileri daha fazla halkın tercihlerine göre konuşmaya mecbur bırakmaktadır. Topraklarının büyük kısmı Avrupa kıtasında bulunmayan Türkiye’nin, Avrupa Birliği'ne katılması gibi ‘kritik’ bir kararı almak gerektiğinde, siyasiler açmaza düşmekteler.4. Türkiye’nin AB’ye katılması, Türkiye’nin değil, AB’nin bir sorunudur. Türkiye, bir bakıma AB’nin kendini sorgulamasına sebep olan bir aynadır. Katılıma evet demeden önce Avrupalıların kendi kendileriyle yüzleşmesi şarttır. Onlar, bu yüzleşmeye hazır değil. Onun için kararı ertelemeye çalışıyorlar. (Nikolaydis’den.) 5. AB, dini aynı bile olsa (ki değildir; Katolik’le Protestanlık zannedildiği gibi Hristiyanlığın iki mezhebi değil, aslında iki ayrı dindir) dili aynı olmayan insanlar topluluğudur. Böyle bir cemaate, bu kritik dönemeçte kim liderlik edecektir?6. Avrupa milletler topluluğunun çekirdeği hangi kavimdir? İngiliz mi, Fransız mı, Alman mı? İngilizler, kıta Avrupasında oturmaz. Onlar, adalıdır. Almanlar, aslında Avrupa’nın ilmi, iktisadi ve kültürel lideridir. Ama, henüz II. Dünya Harbi’nin ayıbından kurtulamamıştır. Fransızlar, Avrupa’nın vicdanıdır. Lider, muhtemelen oradan çıkacaktır. Ancak onlar da Türkiye’yi istemiyor.Son Söz: Halk düne, lider yarına angajedir.