Taverna gecelerinin de sabahı olur

UZUN yıllar Yunanistan’ı gıpta ile izledik. Onlar Avrupa Birliği üyesi olmuşlar, yumuşak (Soft Currency) addedilen ulusal para “Drahmi”den kurtulup, sert para (Hard Currency) olan Euro’ya geçmişlerdi.

Haberin Devamı

Bu sayede faizler ve enflasyon düşmüştü. AB’ye girdikten sonra, bir süre ekonomileri yılda % 5,9 hızında büyüdü. Memur işçi ve emekli maaşlar arttı. Kişi başına milli gelirleri 30 bin doları geçti. Bu rakam, Türkiye’nin 3 katından fazlaydı. Onlardaki bu refah artışını gördükçe, bizler burada çatır, çatır çatlıyorduk. Alt tarafı Yunanistan eski (!) bir vilayetimizdi. Biz de onlar gibi yapmak yani zenginleşmek için AB’ye girmek istiyorduk. Çünkü AB sayesinde Yunanistan’a oluk oluk para akıyordu. AB’den gelen paraların bir kısmı hibeydi. Yani geri ödenmeyecekti. Onlar afiyette yenildi, yutuldu. Bu meblağlar Yunanlıların kursağında kaldı. Kalkınmanın zahmetsiz ve kısa yolu keşfedilmişti: “Para içeri girdikçe, ekonomi yukarı gidiyordu”. Öyleyse daha çok para gelmeliydi.

Haberin Devamı

KAMUNUN İÇ BORCUNU BIRAK, DIŞ BORCA BAK

Borçlanma tatlı bir oyundu. Neticede refah artışını sağlayan paranın çok büyük bölümü, devlet tahvili ihracı ve özel kesim borçlanması yoluyla ülkeye girdi. Bir hesaba göre, krizden önce 2009 yılında Yunanistan’ın milli geliri 230 milyar, toplam brüt dış borcu 413 milyar Euro idi. Bunun sadece 229 milyar Euro’su kamu borcuydu. Kalan 184 milyar Euro ise başta bankalar olmak üzere özel sektörün borcuydu. Yani kamu borcunun alacaklısı Yunan halkı değil, yabancılardı. Eğer sürekli cari fazla veren, yani tasarruf ihraç eden Japonya’da olduğu gibi net kamu borcunun alacaklısı da Yunan halkı olsaydı, Yunanistan ne mali krize girer ne de herhangi bir krizde kimsenin Yunanlılara tek kelime söyleme hakkı olmazdı. İsterse bugün olduğu gibi kamu borcunun milli gelire oranı % 160 değil de Japonya gibi % 200 olsaydı bile.

KÜLFETİ BÖLÜŞEMEMEK

Yunanistan, borçlarını çeviremez hale gelince işbaşındaki hükümet AB yetkilileriyle pazarlığa başladı. O dönemde Başbakan olan Yorgo Papandreu (çok güzel harmandalı oynuyor, TV’de seyrettim) müthiş gayret sarf etti. Kendini yedi bitirdi. Yarım kan Amerikalı olan Yorgo, Avrupa’nın patronları olan Almanya ve Fransa’yı, Yunanistan’a yardım etme konusunda ikna etmede başarılı oldu. 60-70 milyar Euro borcu sildirdi. Taze para girişi sağladı ve ekonominin çarklarını döndürebildi. Ancak “külfetin bölüşülmesinde halkını ikna edemedi”. İstifa etti ve yerini Venizelos’a bıraktı. O da AB ile yapılan “istikrar paketine” evet dedi. Ama kemer sıkma konusunda halkı tatmin edecek bir formül bulamadı. Bu şartlar altında teknokrat hükümet modeli de çalışmadı.  “Demokraside çare tükenmez” deyip seçime gidildi.

Haberin Devamı

FAYDALI BİR GOMONİST

Kimse seçimi kazanamadı. Ama sandıktan “batsın şu istikrar paketi” diyen kravatsız bir “radikal solcu” (yani komünist) bir geç adam güçlenerek çıktı. Görülecektir ki; Aleksis Çıpras adındaki bu arkadaş, Yunanistan’ın AB’den daha fazla taviz koparmasını sağlayacaktır. Hayat böyledir. Birileri uğraşır didinir, çözümü herkes için geri dönülemez noktaya getirir. Sonra biri çıkar, cızırtı çıkararak gomonistlik yapar. Zayıf, kaybedecek bir şeyim yok havasını basınca, “güçlü taraf” iş kopmasın diye kesenin ağzını biraz daha açar ve şantajcı kahraman olur.
Son Söz: Güçsüzün gücü, güçsüzlüğünden gelir.

Yazarın Tüm Yazıları