Suriye halkının dostları İstanbul’da, düşmanları Şam’da toplanıyor

AMERİKA, Orta Doğuyu zihniyetine ve çıkarlarına göre yeniden tanzim etmeyi kafasına iyice takmış anlaşılan.

Haberin Devamı

Bizi de her fırsatta bu işin içine çekip duruyor. Amerika ile Türkiye arasında tabiri caizse “stratejik” bir çıkar ilişkisi var. Burada anahtar sözcük “stratejik”tir. Stratejik demek, zaman, zaman bu ilişkiler birinin veya diğerinin zararına işleyebilir. Birinin istediği, diğerinin istemediği haller ortaya çıkabilir. Taraflar, işine gelmeyen veya aklının yatmadığı ve yanlış olarak değerlendirdiği durumlarda “bu sefer ben yokum; bir dahaki sefere işbirliği yaparız inşallah” diyemez demektir. II. Bush Hz. bunu veciz bir şekilde ifade etmiş ve şöyle buyurmuştu: “Ya benden yanasın, ya bana karşısın.”
Eğer siyasette iki ülke veya iş hayatında iki firma “stratejik ortak” ise, iyi günde de, kötü günde de; sıkıntıda da, coşkuda da birlikte hareket etmelidir. Biri, diğerini yarı yolda bırakmamalıdır.  
TEK TARAFLI STARATEJİK İLİŞKİ
Stratejik ortaklığı açıklamasına açıkladık. Ancak burada taraflardan biri, diğerinden katbekat güçlüyse, bu ortaklık, “küçüğün, büyüğün uydusu haline gelmesine” dönüşebilir. Bu hale sıkça rastlanır. İngiltere Başbakanı Blair’e bile “Bush’un finosu” diye ad takılmıştı. İsmet Paşa, boşu boşuna “büyük devletlerle dostluk, ayıyla yatağa girmeye benzer” dememiştir. Bizim Amerika ile stratejik ortaklığımız biraz böyledir. İran’ın nükleer teknoloji geliştirmesini yasaklamaya çalışan Batı’ya karşı Birleşmiş Milletlerde çekimser oy kullanarak veya “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diyerek arada bir dikleniyoruz, ama dik duramıyoruz. Anlayacağınız, ABD ile stratejik ortaklığımız, biz ABD’nin sözünden dışarı çıkmadıkça geçerli. ABD’nin bizim sözümüzü dikkate alıp, politika değiştirmesi düşünülemez bile.
SURİYE’DE KAÇ TANE HALK VAR
Yaklaşık yarım yüzyıl önce Pennsylvania Üniversite’sinde okudum. Zihin açan hocalardan ders aldım. Bunlardan biri, sivri dilli, muhalif karakterli çalışma ekonomisi profesörüydü. “Amerikan devleti bir şeye ne ad takmışsa, gerçek muhtemelen onun tersidir” derdi. İstanbul’da geçen hafta sonunda ABD’nin telkiniyle “Suriye Halkının Dostları” toplantısı yapıldı. Aklıma Suriye halkının dostları burada, düşmanları nerede sorusu takıldı. Onlar da herhalde Şam’da toplanmıştır dedim. Elimizi vicdanımıza koyup söyleyelim. Şam’daki rejim, bir zamanlar PKK’yı beslemiş, yakın zamanda Lübnan Başbakanı Hariri’yi öldürtmüş, bir tek parti diktatörlüğü olabilir. Ama “halkının düşmanı” olabilir mi? Ne yani, Suriye halkının tamamı mevcut hükümetin karşısında mı? İş başındakiler işgalci emperyalist bir yabancı devletin uzantısı mı? Öyle iseler, bunlar hangi dış gücün yerli iş birlikçisidir? Rusya’nın mı, Çin’in mi, İran’ın mı? Şam’da ve Halep’te yaşayanların ezici çoğunluğunun şimdiki rejimi desteklediği cereyan eden olaylardan anlaşılmıyor mu?
KENDİ KADERİNİ KENDİ TAYİN ETME HAKKI
Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı, sadece Batılı milletlere mi aittir. Batı’da iç harp çıktığında, Doğulu bir devlet, çarpışan taraflardan birine arka çıkmaya kalkıştı mı? Batılılar, Arapları, kendi kendilerini yönetmeye ehil ve layık bir millet olarak görülmüyor. Biz göçmenlere karşı insani ödevimizi yapalım ama bu kirli oyuna bulaşmayalım.
Son Söz: Düşman etmez düşmana, dostun dosta ettiğini.   

 

Yazarın Tüm Yazıları