BU bir mizah yazısıdır. Lütfen aşağıda okuyacaklarınızı ciddiye alıp hemen bana karşı veya benden yana tavır almayın. Hele, hele “yazıyı eksik bilgiyle kaleme almışsınız” diye başlayan bir açıklama gönderme zahmetine hiç katlanmayın. Bugün de benim canım kafa bulmak istiyor. Çok görmeyin.
* * * Çevre dostu gazetecilere göre Hidroelektrik Santraller (HES) su tüketiyor. Bu yüzden ne kadar çok HES inşa edilirse o kadar akarsu, “akmazsu” oluyor. Bu arkadaşlara göre, bir vadiden geçen akarsuyun önüne duvar inşa ederek oluşturulan baraj gölünde toplanan su, elektrik üreten türbinleri çevirdikten sonra, açılan bir delikten arzın merkezine doğru yoluna devam ederek yok oluyor. Bir başka ihtimal de suyun buharlaşmasıdır. Yani kullanılan su, daha önce aktığı yatağına bir daha kavuşamıyor. O yörede doğa mahvoluyor. İşte bu çok zararlı HES’leri savunan Çevre ve Orman Bakanı ve de çevre mühendisliği müderrisi Veysel Eroğlu, “kırsal çevreye” yaptığı kötülükler yetmiyormuş gibi şimdi de “kentsel çevre”nin canına okumak için gürültüyle mücadele kararı almış. Bunu duyunca, “işte şimdi bakan boyundan büyük işe kalkıştı” dedim. Göreceğiz bakalım, el mi yaman bey mi yaman? Bu gürültüyle mücadele çok bakan eskitmiştir. Bakana bir çift ağabey sözüm var. Bir defa gürültü, “istenmeyen ses” demektir. Türkçesini anlamayanlar için İngilizcesini söyleyelim. “Unwanted voices, are noises”. Maalesef, bu özdeyişin İbranicesini bilmiyorum, onu söyleyemeyeceğim. İstanbul’da Boğaziçi’nin tam göbeğinde, gece yarısından evvel ve ahir, yüksek şiddetli müzik yayını yapan eğlence yerlerine giden ülkemizin önemli “sefa düşkünleri” bu çıkan sesleri istiyorlar. Tanıma göre ortada bir gürültü yok; keyif veren bir müzik var. Denecek ki; ama bu müzik yayını, onu duymak istemeyenler için işkenceye dönüşüyor. Olsun. O, onların sorunudur. Kaldı ki, bu “hoparlör terörizmi” sadece Boğaziçi’ne mahsus bir olay da değildir. Başta Bodrum olmak üzere, ülkemizin her yerinde “gürültü eşittir eğlenme” kuralı geçerlidir. Nitekim Bodrum’un gece hayatında “Diskotek güm, güm inlesin; Yunan adaları dinlesin” şiarına göre organize işler yapılmaktadır. * * * İnsanın duyacağı en derin tatmin, kendini başkalarından üstün görmektir. Gürültü çıkarıp, çevreye egemen olmak, itiraz edenleri de şirretlik edip pıstırmak kadar insana üstünlük duygusu veren başka ne eylem olabilir? Bu âlemin kuralı olan “gürültü eşittir eğlenme” yeni iktisadi oyuncağımız “Mali Kural”a da benzer. Kısaca “benim istediğim kuraldır” demekle eş anlamlıdır. Hoparlör kısma yasağı belki bir iki hafta sürer, hepsi o kadar. Çünkü bu gürültüleri üreten sefa tacirlerinin “derin ilişkileri” vardır. Üstelik medya âleminde köşe başlarını tutmuş “çok allâme” dostları da bulunur. Bunlara “sefa yazarı” denir. Bunların sefasına taş koydun mu, adama öyle bir yüklenirler ki; insan yatacak yer bulamaz. Bu allameler, hoparlörler susarsa, turist kaçar, turizm gelirlerimiz düşer, işsizlik artardan lafa girip, özgürlük mücadelesinden çıkarlar. Onlara göre, Paris’te, Londra’da, New York’ta nehir kenarındaki açık hava gazinoları kurulup, sabaha kadar yeri göğü inleten bir sesle müzik yayını yapılmıyorsa, bu onların medeniyetsizliğidir. O kentlere hâlâ niye turist gidiyor anlamıyorum. Son Söz: Pislikten korkan, temizlik yapamaz.