BENİM iktisat öğrenciliğimin başladığı 1950’li yıllarda, az gelişmiş ülkelerin kalkınması için iki yoldan birinin tercih edilmesi gerektiği vurgulanırdı.
Bunlardan biri "sosyalist" (komünistin ehlisi) diğeri, kapitalist stratejiydi. O zamanlar, sosyalist fikirler, aydınlar arasında çok daha muteberdi. Solcu fikir önderleri meseleyi şöyle formüle ediyordu:
3. Emek istismar edilecekse, bunu kapitalistlar yerine devletin yapması daha iyidir; çünkü devlet daha ádildir.
4. Emeği istismar ederek biriktirilen sermayenin, yatırıma dönüştürülmesi bir plána (hesaba) dayanmalıdır.
5. Yatırımlar bir plan dahilinde yapılırsa, israf azalır, getiri daha yüksek olur.
6. Sermayenin getirisi yüksekse, kalkınma daha hızlı olur.
Sesi nispeten zayıf çıkan kapitalistlerin önerdiği "kalkınma" modelinin anahtar kavramı ise, serbest pazar ekonomisinde, fiyat mekanizması vasıtasıyla tahsisi yapılan sermayenin, daha verimli alanlara gideceği, dolayısıyla milli gelir artışının daha yüksek olacağıydı. Az gelişmişliğin bir tanımı da, bir ülkede, sermaye terakümünün (birikiminin) düşük olmasıydı. Dolayısıyla hızla kalkınmak için yapılacak tek şey, ülkeye mümkün olduğu kadar çok yabancı sermaye çekmekti. Nitekim Türk hükümetinin, bu amaçla hazırladığı 6224 sayılı "Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu" 1954 yılında yürürlüğe girmişti.
* * *
Ancak Türkiye, dış şartların çok uygun olmaması, ama esas olarak "sosyalist" düşüncelerin ülkede "fikr-i-müdîr" (yöneten fikir) olması dolayısıyla, ne fiyat mekanizmasını harekete geçirebildi, ne de ülkeye yeterli yabancı sermaye çekebildi. Ancak bu arada, Avrupa’da "Alman mucizesi" yaşanmaya başlandı. Türkiye gibi sermaye birikimi düşük ülkelerin karşısına "emeği ihraç" şansı (?) çıktı. Yurt dışına giden emekçiler, hem ülkelerindeki işsizlik baskısını azalttı, hem de anavatandaki yakınlarına yolladıkları paralarla, ülkelerinin milli gelirlerinin artmasına ve sermaye birikimine yardımcı oldular.
* * *
Az gittik, uz gittik; bir dönüp arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz. Günümüzün en "yeni" iktisat kavramı küreselleşme. Küreselleşme ne diyor? Sermayen kıtsa, sermaye ithal et; emeğin bolsa, emek ihraç et. Bunun olabilmesi için de dış ticaret üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldır. Görünen o ki; nüfusu 500 milyona varmış olan Avrupa Birliği’nin yakın gelecekteki en büyük sıkıntısı "iş gücü" yetersizliği olacak. Türkiye’nin sıkıntısı ise, fazla iş gücüne istihdam sağlayamamak. İşte size ideal çözüm: Türk işçisi, Avrupa’ya gidecek; Avrupa sermayesi, Türkiye’ye akacak. Böylece her iki taraf da daha hızlı kalkınabilecek. Halklarının refahı daha hızlı artacak. Bu mantıkta bir yanlışlık yok gibi duruyor. Acaba? (devamı var)