ÜZÜLEREK görüyorum ki, PKK ihtilafı tırmanışa (eskalásyona) geçti. Pek tabii böyle bir hamle hiç beklenmiyor değildi. Ancak kötü akıbet, ne kadar beklenirse beklensin, geldiği anda bir şaşkınlık yaratır. Bu da öyle oldu.
Türkiye, tertemiz bir genel seçim yapmış ve iktidardaki parti, rakiplerine fark atarak iş başında kalmıştı. Yani ülkede, öyle veya böyle olsun, sürmekte olan siyasi istikrar ortamı pekişmişti. Daha da önemlisi, Türkiye’nin Güneydoğu-Kürt meselesine şahin değil, güvercin gibi yaklaşmayı ilke edinmiş ve bunu yaklaşık beş yıllık iktidarında fiilen ispat etmiş olan iktidar partisi, yöre halkından çok yüksek oy almıştı. Kısaca, o bölgenin halkı da AKP’ye, bu etnik ihtilafı "bildiği gibi" çözmesi için vekálet vermişti. Anlaşılan PKK’nın akıl hocaları, AKP’nin yumuşak tutumunu ve Türkiye’nin iktisadi ve siyasi olarak tamamen dışa bağımlı hale gelmesini "uygun ortam" olarak değerlendirilmişti. Daha da kötüsü Kürtler arasında "dava"ya karşı bir inançsızlık başlamıştı. Hem Türkiyeci Kürtler korkutulmalı, hem de şahin Türkler açmaza düşürülmeliydi.
* * *
PKK’nın ne olduğunu, ne olmadığını ve terörle neyi amaçladığını hepimiz biliyoruz. Irak’ın Kuzey’inde Amerika tarafından kurulan Kürdistan’ın etkisini genişletme eğilimlerini de biliyoruz. Onların hedefleriyle, ezelden beri Türkiye’yi bölmek isteyen iç ve dış güçlerin siyasi emellerinin birleştiğini de. Cumhuriyet düşmanı olmakla övünen ve günümüz iktidarı üzerinde etkisi olan mandacı aydınların, bölünme fikrine özünde soğuk bakmadıklarını da biliyoruz. Zaten Türkler, bir milyon Ermeni’yi ve otuz bin Kürdü öldürmüştü... Artık tarihleriyle yüzleşmeleri gerekiyordu. Bunun için AB ve ABD önünde diz çöküp "günah çıkarmaktan" başka bir yol yoktu. İnkárcılık ve dayatmacılık bitmeliydi. Ancak bunları yerine getirirlerse, Türkler insanlık camiasının medeni bir üyesi olmaya hak kazanılabilirdi. Herhalde PKK stratejistleri bu propaganda kampanyasını da değerlendirdi. Demir tavında dövülmeliydi. Harekete geçildi.
* * *
Yıllar önce Taksim’deki The Marmara Oteli’nde, o devirde yine mebus olan Ahmet Türk ve arkadaşları, bir grup köşe yazarına Kürt meselesini kendi açılarından anlatmak için toplantı tertiplemiş ve beni de çağırmışlardı. Gazeteci arkadaşlardan biri, kendince sureti haktan davranmak için, "Kabahat bizde; Güneydoğu’yu çok ihmal ettik. O yöre geri kaldı.Terör onun için çıktı.Ama Kürtler, Türklerden ayrılırsa, denize çıkışı olmayan bir toprakta sıkışıp kalır, iktisadi durumu daha da kötüleşir" dedi. Mebuslardan biri "Bize çözüm dayatmaktan, ağabeylik taslamaktan vazgeçin.Biz aç kalmayız; hayvancılık yapar yine rızkımızı çıkarırız.Bu bir siyasi özgürlük davasıdır" dedi. Kendisini, açık konuştuğu için tebrik ettim. Arkasından şunu ekledim. Sizin izlediğiniz yol, olayları ister istemez bölünmeye götürür. Bölünme ise iki nedenden dolayı çok pahalı ve hatta imkánsızdır. Birincisi Kürt bölgesinin "sınırlarının çizilmesi"; ikincisi, sınır çizilirse ortaya çıkacak "etnik temizlik" (mübadele) sorunudur. Bunların ikisi de büyük faciaya yol açar dedim. Bugün gelinen test noktası budur.