BUNDAN 27 yıl önce Türkiye’nin ekonomi gündeminde “köprüleri satmak” vardı. Bugün de aynı konu tekrar gündeme geldi. Ama artık televizyonlarda ne “köprüyü satarım!” diye meydan okuyan bir Turgut Özal, ne de karşı tezi savunmak için “sattırmam efendim, sattırmam!” diye posta koyan muhalefet lideri bir Necdet Calp var.
O günden bu güne köprülerin altından çok sular geçti. Satarım-sattırmam münazarasından sonra, köprü gelirleri karşılık gösterilerek adına “Gelir Ortaklığı Senedi” denen devlet tahvilleri ihraç edilmişti. Yani bir bakıma o tartışma faydalı bir “ara çözüm” yaratılmasına vesile olmuştu. Eğer 27 yıl önce birinci köprü, gerçekten satılmış olsaydı, bugün devletin elinde özelleştirme paketine dâhil edilip milyar dolar “toplu para” getirecek bir Boğaziçi Köprüsü kalmamış olacaktı. Bu da Necdet Calp’in, AKP’ye bilmeden yaptığı bir kıyaktır. * * * Özelleştirme, öncelikle piyasada “adil rekabet ortamı” yaratmayı amaçlar. Adil rekabet ortamının varlığı aynı mal veya hizmeti üretecek yeni girişimcilerin o piyasaya girişlerin önünde herhangi bir engel olmamasına bağlıdır. Özelleştirilen bir kamu kuruluşunun; a) Doğal veya teknolojik sebeplerle piyasada “tekelci” bir konumu varsa, b) Bu halin değişmeyeceği, özelleştirme sözleşmesinin bir şartı olarak ayrıca yasal güvence altına da alınmışsa, c) Özelleştirme süreli ise, yani kuru mülkiyet kamuda kalmışsa, yapılan işlem, adına ne denirse densin, bir özelleştirme değildir. Olsa, olsa bu “nenemin, dedemden kalan üç aylıklarını kırdırması” gibi kamunun müstakbel gelirlerini “peşin paraya” satmasıdır. * * * Ancak yukarıda anlattıklarım, Boğaziçi köprülerinin ve otoyolların 25 yıllık işletme hakkı ihalesinin yanlış olduğunu ispatlamaz. Yanlışlık daha doğrusu tutarsızlık, özelleştirmenin muhtemel sonuçları eğer izlenmekte olan makro ekonomik politikalarla çelişirse vardır denebilir. Oysa ortada böyle bir tutarsızlık yoktur. AKP hükümeti “cari açık” vermeye dayalı bir ekonomi politikası izlemektedir. Cari açığı kapama hedefi olmadığına göre sorun, cari açığın nasıl finanse edileceğidir. Amaç, cari açığı kapatacak döviz girişi temin etmekse ki, odur; yapılan özelleştirme maksada uygundur. Ancak devlet, köprülerden ve otoyollardan beklediği gelirlerden vazgeçmeden de cari açığı döviz cinsinden tahvil ihraç ederek kapatabilir. Borcun faizini de vazgeçmediği gelirlerle öder. Anaparayı da aynı gelirle kısmen öder, kısmen yeni borçla çevirir. Doğrudan borçlanma, devlete, özelleştirme yoluyla kaynak yaratmaktan daha ucuza gelebilir. Bu bir hesap meselesidir. * * * Ulusal para birimi döviz olmayan bir devletin “dövizli” borçlarının yüksek olması, reyting açısından kötüdür. Yapılması planlanan bu özelleştirme (imtiyaz ihalesi) devletin, özel sektör üzerinden dolaylı dış borç almasıdır. Ama kâğıt üstünde öyle gözükmez. Finans kuruluşları, gerçekle değil olayın görüntüsüyle karar verir. Bu yüzden krizler de hep bu sektörden çıkar. Olayların gerçek yüzünü ve işin doğrusunu bilmek, çoğu zaman insanların işine gelmez. Hayat böyledir işte. Son Söz: Yalan söyleyeni, dokuz köyde konuk ederler.