Paylaş
YAKLAŞIK on yıl önce, ‘‘Nazım Hikmet’’le ilgili bir yazı yazmıştım. Bu yazımda, sıkça Nazım Hikmet, daha az sıklıkta Yılmaz Güney meselesinin ‘‘tek yanlı’’ bir şekilde gündeme getirilip, millete bir nevi günah çıkarma baskısı yapıldığını söylemiştim. Tahmin edeceğiniz gibi, şiddetli eleştiriler aldım. Dost değil, düşman kazandım. Bu bir aptallıktı. Kendi kendime, bir daha bu konuda bir şey yazmamaya söz verdim. Bugüne kadar da yazmadım. Yılmaz Güney lümpendi-değildi tartışmasına bile katılmadım.
* * *
Geçen hafta, ölüm yıldönümü dolayısıyla, Nazım Hikmet'in Moskova'daki mezarına, 19 Mayıs'larda Atatürk'ün kabrine yurdun dört yanından taşındığı gibi toprak taşınıp, bir de çınar ağacı dikildiğini basından öğrendik. İzleyen günlerde, gazetelerde Nazım Hikmet'i öven onlarca yazı çıktı. Şeytan yine dürttü. Nazım'ın politik yanını öne çıkartıp, onu eleştirmenin bugün bir faydası yok, biliyorum. Ama, ortada bir gerçek var. Nazım'ın bir ‘‘mazlum şehit’’ (martyr) haline dönüşmesi, onun büyük bir şair olmasından kaynaklanmıyor. Esas sebep, onun politik kimliğidir. Niçin işin burası es geçilip, gençler aldatılıyor? Nazım, şair olduğu için hapislere düşmedi. Şairler hapsediyor olsaydı, Yahya Kemal, müebbete mahkûm olurdu.
* * *
Fethullah Gülen'in fikri ve felsefi önderliğini yaptığı, başarısı kişisel özveriye dayanan, çok önemli bir toplumsal hareket mevcut. Önümüzdeki günlerde Gülencilerin (beni de davet ettikleri) bir Rusya gezisi var. Amaç, Moskova ve Petersburg'taki Türk okullarını ziyaret. Gezi programına, Nazım Hikmet'in mezarını ziyaret de dahil. Demek ki Nazım, ‘‘Bedi-üm-mefkure’’ (fikirler üstü) hale gelmiş. Ulusumuzu barıştırmış. Bravo. Peki kimdir bu Nazım Hikmet?
* * *
İnternetten edindiğim bilgilere göre, Nazım Hikmet Ran, 1902'de Selanik'te doğmuş. 3 Haziran 1963'te Moskova'da ölmüş, deyim yerindeyse, bir Türk asilzadesi. Dedesi, Selanik Valiliği, babası Hamburg Konsolosluğu yapmış. Kendisi, beş yıl Deniz Harp Okulu'nda okumuş. Sağlık nedenleriyle askerlikten ayrılmış. Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'ya geçmiş ve milli mücadeleye katılmış. Ancak, umduğunu bulamamış. 1921'de Batum'a, ertesi yıl, yani 1917 Komünist İhtilali'nin 5. yılında Moskova'ya, üniversite öğrenimi görmeye gitmiş. Üç yıl süreyle, iktisat ve sosyal bilimler okumuş. Füturist şair Mayakowski ile tanışıp, onun etkisinde kalmış. 1924'te İstanbul'a dönmüş, gazetelerde şiirlerini yayınlamaya başlamış. Atatürk'ün emriyle kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından, 15 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edilmiş. Rusya'ya kaçmış. 1928 affından yararlanmak için vatana dönmüş, ama hapishaneye konmuş. 1933'te Cumhuriyet'in 10. yılı şerefine çıkarılan aftan yararlanarak, serbest kalmış. Kısa bir süre için, kitap yayın ve film işine girmiş. Deniz Harp Okulu öğrencilerini isyana kışkırttığı gerekçesiyle askeri mahkemelerce toplam 35 yıl hapse mahkûm edilmiş. 1950'de DP'nin iktidara gelmesi dolayısıyla çıkarılan aftan yararlanıp hapisten çıkmış. Öldürülmekten korktuğundan Romanya'ya kaçmış. Hayatının geri kalan kısmını, Rusya, Bulgaristan ve Polonya'da geçirmiş. Türkiye'nin komünist bir rejimle idare edilmesi için tüm yeteneklerini seferber etmiş. Bunu başaramadan ve çok özlediği vatanına bir daha kavuşamadan bu dünyadan ayrılmış.
SON SÖZ: Yarım gerçek, yalandır.
Paylaş