ÇOK gayret sarfettim, başaramadım. Dinsel ve hukuksal açıklamaları çoğu zaman kabullenemiyorum.
Mesela, her yerde hazır ve nazır olan, insana şah damarından yakın olan, doğmamış ve doğurmamış olan, hem tüm canlı ve cansızların yaratıcısı, hem de alemlerin ezeli ve ebedi sahibi Allah’ın nasıl oluyor da Mekke şehrinde bir evi oluyor? Allah’ın Mekke’de evi yoksa ‘Beytullah’ ne anlama geliyor? Soruyu soruşumdan din konusundaki taş kafalılığım derhal anlaşılıyor değil mi?
* * *
Benzer saçma soruları hukuk konusunda da soruyorum. Mesela bir bankada çalışanların hepsi, başta göstermelik yönetim kurulu üyeleri ve genel müdür olmak üzere, o bankanın patronunun yani o bankanın mutlak hakiminin kim olduğunu biliyor. Kimsenin, o kişinin onayı olmadan önemli bir karar alması mümkün değil. Zaten kimse de o’nun sözünden dışarı çıkmıyor. Ancak bir gün, sermayesini çoktan kediye yüklemiş bu banka alenen batıyor. Bankanın yetkilileri hakim karşısına çıkartılıyor. Bir de bakıyorsunuz, mahkemeye çıkanlar arasında patron yok. Meğer patronun bankayla hiç ilgisi yokmuş. Sadece bankanın yüzde 99’una doğrudan veya dolaylı olarak sahip olan ‘pasif’ bir hissedarmış, o kadar. Yapılandan, edilenden haberi yokmuş. Yönetim kurulu üyesi olmadığı için de sorumlu tutulamazmış. Ben yine aptal aptal söyleniyorum. Yahu, yönetim kurulu üyeleri dahil tüm üst düzey yöneticilere, onları kim işe almış, kim onların maaşlarını belirlemiş, kim bankanın tüm yatırım ve kredi kararlarını almış veya onaylamış sorsunlar; hepsi bu kişinin patron olduğunu bülbül gibi anlatacak. Hakim, görüşü engelleyen tiyatro perdesini biraz aralayıp, gerçek sahneyi bütün çıplaklığıyla görebilecekken bunu yapamıyor. Çünkü hukuken sözlü ifadeler geçerli değilmiş. Yazılı delil lazımmış. Hukuk, adaletin tecellisine nasıl engel olur diye soruyorum, uzun uzun anlatıyorlar, anlamıyorum. Bendeki kafa değil, taş sanki. İçine ne dinden, ne de hukuktan bir damla giriyor.
* * *
Gelgelelim iktisadi hayat, din ve hukuk ortamında cereyan ediyor. Bu yüzden ikide bir bu konulara girmek mecburiyetinde kalıyorum. Mesela Danıştay’ın Fon’a devrolup tasfiye edilmiş Kentbank’ı eski sahibine iadesi kararını anlamıyorum. İade edilecek şeyi tahayyül etmek dahi mümkün değil. Danıştayın bozduğu idari kararı kim almış? BDDK. Yani uzman ve yetkili bir kamu kurumu. Peki bu kurumun ‘hukuk’ sevisi yok mu? Nasıl olur da kuruldan, iktisadi ve máli olarak doğru, ama iptal edilecek kadar hukuken sakat bir karar çıkar? Çünkü Danıştay, bankacılık uzmanı olmadığına göre, kararı iktisadi bakımdan değil hukuki açıdan muhakeme edip bozmuştur diye düşünüyorum.
Bir daha böylesi ‘olmayanın iadesi’ kararı gibi icrası imkansız bir hükümle karşılaşmamak için, aklıma şöyle bir çare geldi. BDDK veya TMSF bundan sonra aldığı kararları yürürlüğe koymadan Yargıtay’ın onayına sunsun. Bu durumda hiç bir karar iptal sonradan edilemez. Böylece, ne kişi ne de kamu, mağdur olmaz. Zaten ‘hukukun üstünlüğü’ bu demek değil mi? Yoksa yine mi yanılıyorum?
Son Söz: Kuvvetler ayrılığı bize uymaz, kuvvetler birliğine bak.