İSABETLİ bir şekilde, İstanbul’da ‘Şehir Hatları’ ile ‘Deniz Otobüsleri’ işletmelerinin birleştirilmesine karar verilmiş.
Birleşmenin yöntemi olarak da Şehir Hatları’nın, gemi, iskele ve tersanelerinin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İDO’ya (İstanbul Deniz Otobüsleri) devredilmesi seçilmiş. Böylece ‘Şehir Hatları’ tarihe karışmış olacaktır.
Dalan’ın belediye başkanlığı sırasında İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri) işletmesi kurulurken, birkaç yazı yazmış ve bu işletmenin ‘Şehir Hatları’ içerisinde olmasının gerektiğini vurgulamıştım. Şehir hatları dışında ikinci bir şehir hatları işletmesi kurmak, israftan başka bir şey değildir diye isyan etmiştim. İşin ilginç yanı, ‘deniz otobüsü’ deyimi, Şehir Hatları İşletmesi tarafından, dizel motorla çalışan küçük gemiler için kırk yıl kullanılmıştı.
Netice itibarıyla, deniz otobüsleri de şehir hatlarında işleyen gemilerdir. Eskiden deniz taşıt araçlarına ‘merákib-i bahriye’ denirdi. Yani ‘deniz merkepleri’. Merkep, bildiğiniz gibi binilen şeydir. Eşeklere, ayıp olmasın diye merkep demek bir Osmanlı kibarlığıdır. Aynı işi yapan ve tek olması gereken iki ayrı işletme kurup bunlardan birine, kullandığı gemi tipine, diğerine çalıştığı alana göre isim vermek, kültürümüzün ‘hile-i şeriye’ alışkanlığının güzel bir örneğidir. Bana göre, bu birleşmeden ortaya çıkacak işletmenin adı ‘Şehir Hatları’ olmalıdır. Gemi tipi, şirket adı olmaz.
* * *
Şehir Hatları’nın, bundan böyle İDO’nun tüzel kişiliği içinde faaliyete devam etmesi kararını, bu işletmede çalışanlar beğenmemiş ve bir ‘istemezük’ kampanyası başlatmış. Alınan her iktisadi karardan birilerinin zarar görmesi kaçınılmazdır. Kamu kurum ve kuruluşları için alınan, özelleştirme, birleştirme, kapatma gibi kararlardan kimse zarar görmesin, eğer birileri zarar görecekse, o karar hiç alınmasın denemez.
Bu tavrın anlamı, umumun yani halkın zararına olan durum sürdürülsün demektir. İzmit’teki SEKA işçilerinin direnişi de bir başka ‘istemezük’ örneğidir. Pek tabii, zarar görenler, itirazlarını ortaya koyacak ve günün sonunda, alınan kararın mutlaka uygulanacağını bilseler bile, kendilerine verilecek ‘tazminatı’ azamiye çıkarmaya çalışacaklardır.
Ekonomi yorumcusu olarak biz de, doğru bildiğimizi yazacağız. Kızmaca yok. Oyunun kuralı böyledir. Gelelim bu kabil durumların ne yapılması gerektiğine.
1. Özelleştirme, birleştirme veya kapatma gibi, bir kamu kuruluşu için alınan yaşamsal bir kararın isabetli olup olmadığı, son tahlilde siyasi sorumluluk taşıyanların takdiridir.
2. Bu kararı, iktisadi bakımdan yanlış bulanlar çıkabilir. Ancak, karar alındıktan sonra, zarar görenlerin böyle bir tartışma açmasının anlamı yoktur. Mesela, SEKA’daki makinelerin faydalı ömrünün dolmadığını gündeme getirmek ve buradan kalkarak kapatma kararı yanlıştır sonucuna gitmeye çalışmak abesle iştigaldir.
3. Karar alındıktan ve yürürlüğe konduktan sonra, tartışılacak tek konu ‘zarar görenlere verilecek tazminatın miktarıdır’. Burada, siyasi sorumluluk taşıyanlar, ikinci bir durum değerlemesi yapabilir.
Ülkemizin en önemli iktisadi sorunlarından biri ‘verimsizlik’ ise diğeri de ‘yolsuzluk’tur. Gerek, kaynak kullanımında verimliliği artırmada, gerek yolsuzluklarla mücadelede en yüksek faydayı sağlayacak ‘strateji’ özelleştirmedir. Bizatihi özelleştirme sürecinde verimsizlik ve yolsuzluk yapılsa bile, özelleştirmeden geri dönmemek gerek.
Son Söz: Toplum için hayırlı olan, birey için de hayırlıdır.