VERİLEN bilgilere göre, Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu 1923 yılında, sadece 51 milyon dolar ihracat yapabilmiş. Halbuki bu yıl ihracat hacmi 100 milyar doları geçecek.
Bununla iftihar eden ihracatçılar (bu ne demekse, ihracat yapan sanayici, ihracatçı mı sanayici mi oluyor?), önce eski TBMM binasında toplanıp ant içtiler, sonra da mahalle baskısından olacak, Anıtkabir’i ziyaret edip başarılarını Ata’larına sundu. Atatürk sömürüsünden başka bir şey olmayan bu törenden hiç hoşlanmadım.
* * *
İzinden gidilen Atatürk’ün ekonomi politikasında dış borçlanmaya yer yoktur. Lozan Antlaşması müzakerelerinde İngiliz Dışişleri Bakanı mağrur Lord Curzon, Türk heyeti başkanı İnönü’nün taviz vermez tutumu karşısında kızmış ve "Barıştan sonra nasıl olsa borç istemeye İngiltere’ye geleceksiniz, o zaman bu masada aldıklarınızı geri vereceksiniz" demiştir. Nitekim İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Ağustos 1923’te yeni Türk devleti, para istemek için İngiltere’ye başvurmak zorunda kalacaktır, kendilerine zırnık verilmemesi gerekir diye bir rapor yazmıştır. Lord Curzon bu rapora "Bu onlara ders olsun" (They must learn their lesson) diye derkenar düşmüş ve imzalamıştır. Atatürk’ün iktisadi politikasının (doğru veya yanlış) tek bir ilkesi varsa, o da (siyasi bağımsızlığı tehlikeye atacağı gerekçesiyle) dış borç almamaktır. Hazinenin yayınladığı bilgilere göre bugün Türkiye’nin dış borcu 226 milyar dolardır.
* * *
Düşük kurdan şikáyetle ne kadar kamufle edilmeye çalışılırsa çalışılsın, görülüyor ki bu propaganda kampanyasını tertipleyenler, iki mesajı toplumun beynine şırıngalamayı hedeflemiştir.
1. Bu hükümet çok başarılıdır;
2. Gittiği yol, Atatürk’ün gösterdiği yoldur. Bunların ikisi de doğru değildir.
İktisadi kıstaslara göre, AKP iktidarı döneminde ekonomide yüz güldürücü sonuçlar alındığı doğrudur. Ancak ortada abartılacak bir başarı yoktur. Gerek enflasyonun düşmesi, gerek büyüme açılarından Türkiye’nin performansı, Latin Amerika ve Doğu Avrupa’daki emsal ülkelerle aynı düzeydedir hatta düşüktür. Ekonomimizde gözlemlenen iyileşme, büyük çapta küreselleşmenin bir sonucudur. Uzun yıllar parası döviz olmayan ülkeler, büyümeye çalıştıkça döviz açığı verir (biz hálá öyleyiz) ve krize girerdi. Döviz, daima kıt kaynaktı. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin başı "cari açık"tan, ekonomileri de "devalüasyon krizleri"nden kurtulmazdı. Bu kısırdöngüyü önce Japonya, sonra tüm Pasifik ülkeleri kırdı. Bizim ezberci iktisatçılar "Büyüme cari açık yaratır" diye türkü söylerken, Pasifik ülkeleri "Cari fazlanın büyüme yarattığını" ispatladı. Bu ülkeler sayesinde şimdi cari açığı, parası döviz olan ABD ve İngiltere vb. ülkeler vermektedir. Dünyada kum gibi döviz vardır. Bu yüzden, "yüksek faiz-ucuz döviz"e dayalı demode bir istikrar politikası izleyen Türkiye, 65 milyar dolar ticaret ve 35 milyar dolar cari açığa rağmen krize girmiyor.
Resmin bütünü budur.
Son Söz: En tehlikeli yalancılık, eksik konuşmaktır.