SÖZE, basından öğrendiğim bir "rant avcılığı" vakasını anlatarak başlayacağım. Gazetemiz yazarlarından Gila Benmayor geçen salı günkü bu olayı anlatıyor.
Arkasından dostum Güngör Uras, bu haberi, Milliyet’teki köşesinde, kendisinin DPT’de çalıştığı günlerden başlayarak, günümüze kadar hikaye ediyor. Vak’a şu: Türkiye’nin en çok yağmalanmış kasabası unvanını hakkıyla taşıyan Kuşadası’nda mülkiyeti devlete, yani halka ait bir tatil köyü bulunuyor. 325 dönüm lebiderya (rantçı dilinde denize sıfır) bir arazi üzerinde kurulu bu işletme, özelleştirme kapsamında 35 milyon dolara satılıyor. Tatil köyünün arazi üzerinde de yüzölçümü itibarıyla azami % 20 "turistik" tesis inşa etme izni var. Fazlası yasak. Satış işlemleri bittikten sonra, yeni sahipleri önce imar iznini % 53’e çıkartıyorlar; bu da yetmiyor, yapılacak binaların turistik tesis olma zorunluluğu kaldırıldığı gibi 12 katlı bina yapma izni veriliyor. Buyrun, bir tane de buradan yakın.
* * *
Gelin bir hesap yapalım. 325 dönümün % 20’sine ortalama 2 kat hesabıyla inşaat yapılırsa, 130 000 metrekare kapalı alan elde edilir. Yani beher metrekare kapalı alana isabet eden arsa bedeli, 35 milyon dolar bölü 130 000 metrekare = 270 Dolar/m2 olur. 325 dönümün % 53’üne ortalama 10 kat inşaat yapılsa, 1,722,500 m2 kapalı alan elde edilir. Eğer burada beher kapalı alana isabet eden arsanın değeri 270 dolar ise, imar izni değiştikten sonra ortaya çıkan arsanın değeri 1,722,500 metrekare x 270 Dolar = 465 milyon eder. Tekrarlayalım: Devlete, ( halka) ödenen bedel 35 milyon, imar durumu değiştirilerek yaratılan değer 465 milyon dolar. Böylece 430 (465-35) milyon dolarlık bir "rant" yaratılmış oluyor. Hesabın hangi kabullere dayanarak yapıldığı yukarıda yazıyor. Farklı varsayımlarla farklı sonuçlar elde edilebilir. Mertebesi değişse bile, rantçılığın aslı budur.
* * *
Türk Dili Kurumu, kötü atasözlerini sözlüklerden çıkarmaya karar vermiş. Kötü, yani zımnen ahlaksızlığı onaylayan bu deyişlerden biri de "devletin malı deniz, yemeyen domuz" muş. Soru şu: Ahlaksız davranışlar genel kabul gördüğü için mi kötü atasözleri ortaya çıkıyor; yoksa bu atasözleri mi ahlaksız davranışları yaygınlaştırıyor? Yoksa burada bir "tavuk-yumurta" döngüsü mü var? Peki öyleyse, acaba önce hangisi ortadan kaldırılmalı?
Ahlak’ın kapsama alanı, herhalde donun uçkuru ile paçaları arasına sıkışmış kalmış olamaz. Ahlak, öncelikle "iktisadi" bir kavramdır. Özünde, şahsi menfaat için başkalarının ve özellikle halkın hakkını yememektir. Sorun, dönüp dolaşıp hukuku, hayata egemen kılmaya geliyor. Hukuk herkese lazımdır. El hak doğru. Bir soru aklıma takılıyor. Öncelikle hak yiyenlere mi, yoksa hakkı yenenlere mi?
Son Söz: Hukuk, mahkemeye gitmeyenlerin de hakkını korur.