TÜRKİYE’nin uzun zamandır en önemli siyasi sorunu olan Güneydoğu-Kürt meselesini, karnımdan değil ağzımdan konuşarak anlatmak istiyorum.
Meseleyi hem çırılçıplak ortaya koyacak hem de bunun ne şekilde çözümlenebileceğini daha da doğrusu sonuçlanabileceğini söyleyeceğim. Pek tabii, tanrıdan bana vahiy gelmediğine göre, yazacaklarım benim idrakimle sınırlıdır. Bu nedenle okurken heyecanlanmaya veya yazılanları fazla ciddiye almaya gerek yok. Konuyu illáki iktisatla ilişkilendirmeye çalışmayacağım. Ancak meselenin iktisadi yönü; petrol, Dicle ve Fırat’ın suları, Türk ekonomisine ve özellikle AB üyeliğine etkisi dáhil Türkiye için yaşamsal derecede önemlidir.
* * *
Bu davanın doğru adı, "Güneydoğu-Kürt Meselesidir". Yani hem Türkiye coğrafyasıyla ilgilidir, hem de Kürt halkıyla. Türkiye’de yaşayan ve toplam nüfusu tahminen 11 milyona varan Kürt’ler, eğer Türkiye’nin her vilayetinde aynı oranda yaşıyor olsaydı, gene belli sürtüşmeler olabilir; ama asla bugünküne benzer bir mesele oluşmazdı. O zaman bu sorunun adı da Kürt (kültürü) meselesi olur, çözümü de ona göre düşünülürdü. Eğer 11 milyon Kürt’ün yüzde 90’ı Güneydoğu’da sadece belli illerde yaşıyor ve o yöre nüfusunun da yüzde 90’nı oluşturuyor olsaydı, mesele, belki bir halkın bağımsızlık ülküsü veya "kendi kendini yönetme hakkı" şeklinde tanımlanabilirdi. Hálbuki Türkiye’li Kürtlerin yaklaşık yarısı Güneydoğu’da, kalanı farklı oranlarda ülkenin çeşitli vilayetlerinde oturmaktadır. Kaldı ki, Türkiye nüfusunun yüzde kaçının Kürt olduğu da tartışmalıdır. Kendini bir Boşnak, bir Gürcü, bir Laz, bir Çerkez, bir Çeçen, bir Arnavut veya Makedonyalı kadar "Türk" gören Kürt kökenli Türkleri ırkçı bir bakışla, Kürt diye tasnif etmek haksızlıktır. Üstelik karma evliliklerden doğan insanları etnik esasa göre sınıflandırmak da imkánsızdır. Meselenin birinci "zor" boyutu budur. Meselenin çözümünü zorlaştıran ikinci boyut, Kürtlerin sadece Türkiye’de yaşayan bir halk olmamasıdır. Türkiye’den maada Irak’ta, Suriye’de ve İran’da da Kürtler yaşamaktadır. Ortada bir de "Pan Kürdizim" ideali de vardır. Mesele, ulusal değil, bölgeseldir.
* * *
Meselenin çözümünü Türkiye için zorlaştıran üçüncü boyut ise, Batılıların, dindar olsunlar veya olmasınlar, üstün bir medeniyet kurdukları için, Tanrının kendilerine "dünyayı tanzim" misyonu verdiğine inanmalarıdır. Bu yüksek duyguyla Batılı insan, azınlıkları korumak adına, her ülkenin iç işlerine karışmayı kendine vazife edinmiştir. Buna, bir de müttefikimiz AB ve ABD’nin değişmez dış siyaset stratejisi olan "böl ve yönet" eklenirse, Batı bakışlı bir çözümün Türkiye için ne kadar zor yutulur olduğu daha iyi anlaşılır. Büyük devletler, Osmanlı’yı bölerek, kendi elleriyle kurdukları Irak’ı veya Yugoslavya’yı, icap ettiği için tekrar bölmüşlerdir. Türkiye’nin demokrasi ve halkların özgürlüğü icabı, bölünmesi gerekiyorsa, kan dökülmeden bölünsün daha iyi diye düşündükleri kesindir. Onlar bunu, siyasi istikrar ve halkların refahı için istemektedir. (Devam edecek)
Son Söz: Zor sorunların, kolay çözümü yoktur.
Güldemir’i unutmayacağım
AZ ama öz konuştuğum sevgili Ufuk Güldemir’i hiçbir zaman unutmayacağım.