ÖNCE bir hikaye anlatayım. Genç bir çocuk, kamyon şoförü amcasının yanında ilk defa uzun yola çıkmış.
Bir yandan etrafı seyrediyor, diğer yandan amcasının yaptığı hareketlere bakarak, nasıl araç sürüldüğünü anlamaya çalışıyormuş. Derken içi geçmiş ve uyuya kalmış. Bu sırada kamyon uzun bir yokuştan hızla aşağı inip, üzerine aldığı enerjiyle motor gücüne ihtiyaç duymadan (gaza basılmadan) önündeki kısa bir rampayı çıkmaya başlamış. Amca şoför, kamyon tepe üstündeki viraja yaklaşırken, aracın hızını düşürmek için hafifçe frene basmış. Tam bu sırada bizim delikanlı uyanmış. Bakmış ki, kamyon hızla bir yokuş çıkıyor; amcası da fren pedalına basıyor. Bu gözleminden şöyle bir sürüş kuralı çıkarmış. "Kamyon yokuş yukarı çıkarken, sürücü frene basar". Sonra tekrar uykuya dalmış.
* * *
Hepimiz, hayatı gözlemliyoruz. Gözlemlerimizden de kendimizce bazı kurallar çıkarıyoruz. Hatta bu kuralları, kuram (zaman ve mekan boyutlarında geçerli kural, yani teori) haline dönüştürüyoruz. Gözlemden kural çıkartmak, hele hele, kurallardan kuram türetmek bilim adamlarının üstesinden gelebileceği zor bir uğraştır. Bilim adamları, hayatı bütünsel olarak ve zaman boyutu üzerinde gözlemler. Olayın öncesini ve sonrasını da hesaba katar. Gözlemlediği olayın içine karışmış ve görüntüyü kirleten etkileri ayıklar. İşin en zor yanı, burasıdır. Buna eski dilde "tecrit" yeni dilde "soyutlama" denir. Sonunda yalın bir ifadeyle evrensel düzenin bir gerçeğini en saf haliyle, insanlığın emrine sunar. İnsanlar kitaplardan veya hocalarından öğrendikleri bu kuramları hayatın içinde bir türlü göremez. Çünkü hayatın içinde saf olay yoktur. Kişi o zaman şöyle bir hükme varır. "Kuram, uygulamaya uymaz." Halbuki, bu mümkün değildir; çünkü kuram, uygulamadan çıkmıştır, sadece onun damıtık halidir. Uymuyorsa, ya kuram yanlıştır; ya da uymadığını ileri süren kişi yanılmaktadır. Ama hem teoriyi kabul etmek hem de bu teori pratikte geçerli değildir iddiasında bulunmak olmaz.
* * *
İktisadi hayatta, hiçbir iktisat teorisini, kitapta yazdığı gibi göremeyiz. Bir örnek vereyim. Döviz fiyatı yükseldikçe, döviz alanlar azalır; döviz satanlar çoğalır. Bu herkesin bildiği arz-talep yasasının emridir. Bazan, bunun tam tersi cereyan edebilir. Fiyat arttıkça, talep de artar. Bu arz-talep yasasının yanlış olduğunu göstermez. Bunun mutlaka bir açıklaması olmak gerekir. Mesela, döviz fiyatlarının bir süre sonra çok artacağı beklentisinin zihinlere iyice yerleştiği bir sırada, küçük bir kur artışı, döviz fiyatlarında bir tırmanışın işareti kabul edilebilir ve talepte büyük bir sıçrama olabilir. Bu esnada, "hani kur artışı, döviz talebini azaltırdı diye etrafla dalga geçmek" hatadır. Çünkü döviz alan, dünkü fiyatla bugünkünü değil, yarınki fiyatla bugünkünü kıyaslamış ve dövizi ucuz bulmuştur. Yáni, fiyatı düşük malın, talebi çok olur diyen arz-talep kanunu çalışmıştır.
Son Söz: Bilmeyen, öğrenir; bilmediğini bilmeyen cahil kalır.