AVRUPA Birliği yetkilileri ağızlarını açıp, bize karşı gür sesleriyle konuşmaya başlayınca, yüzümde ıslaklıklar oluşuyor.
O zaman anlıyorum ki; çoktandır beklenen Allah’ın rahmeti yağmur, yağmaya başlamıştır. Hemen iki elimle yüzümü sıvazlıyor ve Rabbime şükrediyorum. Maalesef, yüzümüze gelen bu ıslak damlaları yanlış yorumlayan, hatta ‘bu yağmur değil, tükürüktür’ diyen Avrupa Birliği karşıtları var. Hamdolsun ki, bu bedhahların gücü, bizi yolumuzdan çevirmeye yetmeyecektir. Şu Avrupa Birliği’ne girmek için neler yapmadık? Kimimiz konferanslar düzenledik; kimimiz, atalarımıza tán ettik. Efendilere yaranamadıysak, yine de kusur bizdedir. Demek ki, yeteri kadar çaba göstermemişizdir. Yılmak, yorulmak yok. Kendimizi beğendirmeye mecburuz. Sonra bizi AB’ye almazlar. Bu da felakettir; değil mi monşer?
* * *
‘Ermeniler masumdur, Türkler suçlu ve zalimdir’ propagandasını yapmak ve Batı önünde Türkiye’ye diz çöküp, günah çıkartmak amacıyla ‘ecnebi Türkler’ tarafından bir konferans düzenlenmesi beni üzmüştü. Bu konferansın, tamamen siyasi mülahazalarla mahkemece ertelemesi, daha çok üzdü. Sonunda, mahkeme kararında adı geçmeyen bir üniversitede yapılması hukuken caizdir diye hülle yapılması ise, hukuka saygı duymak isteyenler adına beni kahretti. Neyse; olan oldu. Peş peşe gelen bu üç şerde de bir hayır vardır diyorum. Hayatta, bugün yanlış gibi duran bir eylemin, yarın çok faydalı gelişmelere vesile olduğunu gösteren örnekler vardır. Bu, genellikle doğru bir kural değildir. Yine de kafayı, kötü bir olaya takmamak ve gelecek günlere olumlu bakmak için iyi bir inançtır.
KAMU, HANGİ PARA VE FAİZLE BORÇLANMIŞSA, ALACAKLARINI DA AYNI PARA VE FAİZLE TAHSİL ETMELİDİR.
Türkiye’de geniş çapta yaşanan ilk batık şirketler krizi, 1980’li yılların ortasında patlak verdi. Sebep, bankacıların ve işadamlarının, 1980 öncesinin ‘narhlı faiz-sabit döviz’ rejiminden ‘serbest faiz-serbest döviz’ ortamına geçişe uyum gösterememesiydi. Çok şirket battı. Batıkları yüzdürmek için Turgut Özal’ın talimatıyla, 3333 sayılı ‘kurtarma kanunu’ çıkarıldı. Şirket borçları dolara döndürülüp, konsolide edildi ve uzun vadeye yayıldı. 1989’da Özal, iktisadi kalkınmayı dış parayla finanse etmek için, ‘yüksek faiz-düşük kur’ rejimine geçti. Ertesi yıl, şirketlerin ciroları ve kárları patladı, varlıklarının değeri, dolar cinsinden beşe katladı; dövizli borçlar aynı kaldı. Şirketler kurtuldu, ekonomi battı. Aynı matematik yine çalışıyor. Devlet kendisi, yüksek faizle TL borçlanıp, batık alacaklarını ucuz dövizle tahsil ediyor. Farkı halkın sırtına bindiriyor. Doğru olan, TMSF’nin alacaklarını TL ile takip edip, bakiyeye Hazine faizi uygulamasıdır. Bakalım, hesap ne gösteriyor?
Son Söz: Dönmede sınır yoktur; hüllede çare tükenmez.