İKTİSAT okurken ilk öğrendiğim tuhaf kavramlardan biri de “tasarrufun çelişkisi” (Paradox of Thriftiness) idi.
Bu kavram şunu diyor: Her ne kadar bir ülke halkının tasarruf oranı yükseldikçe, milli gelir büyümesi de artar dense de bazen tersi olur. Çünkü tasarrufun milli geliri arttırması şarta bağlıdır. O şart da tasarruf edilen gelirin o yıl içinde harcanmasıdır. Bu harcama, yatırım veya tüketim için olabilir. Fark etmez. Yeter ki tasarruf edilen gelir, boş, boş yatmasın. İşte çelişki buradadır. Tasarruf, hem iyi hem de kötüdür. Hocam Fuat Çobanoğlu kabil tasarrufa “kirli çorap içinde para saklamak” derdi. Bunun Osmanlıcası “iddihâr”, İngilizcesi “hoarding”tir. * * * Ancak bugünkü yazının konusu yukarıda anlatılan “tasarrufun çelişkisi” değildir. Bugün ulusal ekonomilerde yaratılan fazla tasarrufun, küresel ekonomide yarattığı burkulmadan ve bunun nasıl krizlere sebep olduğundan bahsedeceğim. Şüphe yok ki; bu da bir tür tasarruf çelişkisidir. * * * Ele alacağımız somut olay Çin, Japonya, Almanya gibi ciddi cari hesap fazlası veren, yani tasarruf fazlası olan ülkelerin, bu paraları, başka ülkelere ihraç ederek onların başını bela sokmalarıdır. Türkiye de “belalı tasarruf” ithal eden ve bu yüzden ulusal tasarruf oranını arttıramayan ülkelerden biridir. Başı belaya girenlerin başında da ABD gelmektedir. Cari fazla veren ülkeler, bunları başka ülkelere ihraç ederler. Pek tabii bu paranın müşterisi cari açık veren ülkelerdir. Zaten bir ülke, döviz rezervlerini kullanma hali dışında (ki hazıra dağ dayanmaz) yurt dışından tasarruf ithal edemezse, cari açık veremez. Fazlası olan ülke bu fazla parayı; Cari açığı olan ülkelerin devlet tahvillerine, Cari açığı olan ülke şirketlerinin hisse senetlerine, Cari açığı olan ülkelerin özelleştirilen kamu şirketlerine, Cari açığı olan ülkelerin gayrimenkullerine yatırır veya Bankalar aracılığıyla bu ülkede kredi genişlemesi yaratır. Bu yolların biri veya birkaçı ile cari açığı olan ülkeye yabancı para girince, o ülkenin ulusal parası değerlenir. Enflasyon düşer. Menkul ve gayrimenkul varlıkların fiyatları artar. Ülke, dışarıdan borçlandıkça rahatlar. Hane halkı, sahip olduğu arsanın, binanın veya hisse senetlerinin fiyatının arttığını gördükçe “nasıl olsa zengin oldum, artık tasarruf etmesem de olur” der. Tüketimini arttırır. Hatta durduk yerde zenginleşme, insanı müsrif yapar. * * * Aynı süreçte, tasarruf ithal eden ülkenin kamuya ait firmaların, telefon ve elektrik şirketlerinin, kamu arazilerinin, limanlarının, paralı yol ve köprülerinin, barajlarının fiyatı da artar. Bunlar yabancılara satıldıkça, cari açık veren ülkenin “devleti” de durduk yerde zenginleşir ve savurganlaşır. Böylece o ülkenin, hane halkı, özel sektör firmaları ve kamu kesimi coşku içinde yatırım harcamalarını da arttırır. Ülkeye ne kadar çok para girerse, tasarruf oranı o kadar düşer. Ama diğer yandan zenginleşme devam eder. Bu saadet zinciri, oyuna son katılan orta sınıfın spekülatif kârlarını realize etmeye başlamasıyla birlikte kopar. Buna da finansal kriz denir. Son Söz: Taşıma su, değirmeni bozar.