Faizin termodinamiği (Gözden geçirilmiş yeni baskı)
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
FAİZİ anlamadan iktisatı anlamak mümkün değildir. Tüm kitaplı dinlerin, iktisadi hayatla ilgili olarak vaz ettiği kuralların başında, faizi yasaklamak vardır.
Bu kural hayatın gerçekleri karşısında uygulanamaz hale gelmişse de, yine de bu dinsel yasağın hikmetini anlamakta yarar vardır. Bu bir.
Ekonomi, iki katmandan oluşur. Alt katmana ‘reel’ (gerçek), üst katmana ‘reel olmayan’ denir. Faiz, reel olmayan ekonominin esas unsuru olan paranın ‘zaman değeri’dir. Reel olmayan bir şey, reel değer yaratamaz denilebilir. Halbuki yaratmaktadır. Kişiler faiz gelirleriyle, reel ekonominin ürettiği her şeyi satın almaktadır. Bankaya-bonoya yatırılan para, hiç eksilmeden, yerli yerinde dururken (ana paranın enflasyon aşınması düşüldükten sonra) elde kalan reel faizle, mal ve mülk alınabilir. Burada sanki havadan bir kazanç var gibi geliyor. Yanlış; açıklama şöyle: Bankada duran para, müteşebbis bir kimse atarafından ödünç alınmış ve bu ödünçle satın alınan makinalar veya malzemeler kullanılarak reel üretim yapılmıştır. Dolayısıyla reel olmayan para (sermaye), reel ekonominin üretim faktörlerinden biri haline dönüşmüştür. Öyleyse o üretim faktörünün sahibine, reel sektörde yaratılan katma değerden pay verilmesinde bir haksızlık yoktur. Faiz, havadan kazanılmamıştır. Tekrar edelim: Para durduğu yerde para kazanmamıştır, reel ekonomideki üretim sürecine katıldığı için para kazanmıştır. Bunu akılda tutalım. Bu iki.
* * *
Yukarıda söylenenlerin içinde, çok önemli bir kural gizlidir. Finansal sermayenin, yani paranın getirisi, ‘fizik sermayenin’ yani fabrikaların, barajların, çiftliklerin, otellerin, otobüslerin, kamyonların, hastanelerinin, okulların, süpermarketlerin getirisini aşmamalıdır. Hatırlayanlarınız vardır. Bir zamanlar gazetelerde ‘ev kirasız-para faizisiz’ başlıklı, gayrimenkul kullanım hakkı karşılığı, ödünç para verme ilanları çıkardı. Bu finansman modelini kuranların varsayımı, reel mülkün zaman değeri olan ‘kira’ ile, reel olmayan bir varlığın, yani paranın zaman değeri olan ‘faiz’in denk olması gerektiği idi. Yani işlem, kuramsal denkliğe uygundu. Bu üç.
* * *
Şimdi soru şu: Acaba, reel ekonomide kullanılan toplam paranın ortalama getirisi yüzde kaçtır. Fortune Dergisi’nin Amerika’nın ve Dünya’nın 500 büyük şirketi istatistiklerinden yapılan derlemelere göre, son yüz yılda boyunca, bu getiri oranı (ROI) yılda yüzde 7.5 dolayındadır. Demek ki; Amerika’daki şirketlerin (o da başarılı olanların) ortalama yüzde 7.5’tan daha fazla faiz ödemeye takatları yoktur. Bu getiri oranı (ROI), muhtemelen Avrupa ve Japonya’da daha da düşüktür. Türkiye’deki getiri oranlarının da bu sınırlar içinde olması gerekir. Aynı sınır yüzdeyi, en büyük borçlu ‘devlet’ için hesaplamak gerekirse, referans kabul edilebilecek tek rakam, yıllık milli gelir artış oranıdır. O da yüzde 4-5 dolayındadır. Bu noktada herkesi düşünmeye davet ediyorum. Eğer bir ülkede mesela Türkiye’de, reel faizler, uzun yıllardır, yukarıda verdiğim yüzdelerin çok üstünde seyrediyorsa, acaba bu faizleri kim ödemektedir? Kim, kimden alıp, kime vermektedir? Yüksek faiz ödemeleri, ekonomik ve sosyal olarak hangi çarpıklıklara yol açmıştır ve açacaktır? Bu da dört.
Son Söz: Gelir, gideri karşılamazsa, servet transferi oluşur.