İKTİSATTA istikrar, "fiyat istikrarı" yani fiyatlar genel düzeyinin fazlaca değişmemesi demektir.
Buna galat olarak düşük enflasyon da denir. Düşük enflasyon, TÜFE’nin (Tüketici Fiyat Endeksi) yıldan yıla % 2-3 dolayında artmasıdır. Enflasyonun sıfır olması, ilk bakışta kulağa hoş gelse bile aslında iyi bir şey değildir. Çünkü sıfır enflasyon, ekonomide durgunluğa tekabül eder. Durgunluk, milli gelir artışı sıfıra yakın ve hatta altında demektir. Bu da arzulanan bir şey değildir. Enflasyon ölçümünde kullanılan ölçme yöntemi, yani "belli bir yıldaki fiyatları ve harcama sepetini baz almak" matematiği gereği, enflasyonu genellikle düşük ölçer. Bu, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyledir. Çünkü tüketime giren yüksek fiyatlı yeni mal ve hizmetler ile bunların kişinin bütçesinden aldığı payın artışı, baz yıl ve sepet değişmediği için, enflasyon ölçümünde aşağıya doğru bir hataya sebep olur. Fiyat istikrarı ve enflasyonda ölçüm hataları üzerine sohbetini burada kesiyorum.
* * *
Monetarist yani parasal iktisat okuluna göre enflasyon, parasal bir olgudur. Ancak bu, enflasyonun sebebini değil, enflasyon sürecini gözlemleyerek varılan bir hükümdür. Bir totolojidir. Mantıksal olarak doğru olsa bile, bilimsel olarak sebep-sonuç ilişkisini açıklamaz. Gerçekte gerek enflasyon artışı, gerek düşüşü son tahlilde bir "milli gelirin dağılımı" sorununu ortaya çıkarır. Kavga, milli gelirin "yeniden dağılımıyla" sonuçlanır. Aşağıda bunu anlatan üç örnek bulacaksınız:
1) 2006’da Türkiye’de % 5 enflasyon hedeflendiği halde, gerçekleşme % 10 düzeyinde oldu. Bunun sebebi nedir diye sorulduğunda verilen cevaplardan biri, dış ticaret konusu olmayan, kira ve hizmetler gibi kalemlerin fiyatlarındaki katılıktır denmektedir. Bu, hizmet üretenler ve gayrimenkul kira geliri elde edenler, milli gelirden aldıkları payı artırıyor demektir.
2) Demek ki enflasyon, aslında dış ticaret konusu olan malların fiyatlarındaki yavaşlamayla düşmektedir. Bunun sebebi, döviz fiyatlarının son beş yılda enflasyonun çok gerisinde artması hatta düşmesidir. Peki döviz fiyatlarını gerileten nedir? Merkez Bankası ve Hazine tarafından ortaklaşa yürütülen, "TL’ye yüksek faiz" politikasıdır. Peki ödenen yüksek faizin kaynağı nedir? Bütçede elde edilen ve milli gelirin % 6,5’unu bulan faiz dışı fazladır. Peki bunun anlamı nedir? Bu, devlet, dolaylı vergilerle ümüğünü sıkarak halktan topladığı paraları, tasarruflarını TL’li enstrümanlarda değerlendiren yerli ve yabancı yatırımcılara gelir aktarıyor demektir.
3)Düşük kur, cari açığa sebep olmaktadır. Cari açığı kapamak için, daha fazla ihracata ihtiyaç vardır. Daha fazla ihracat için, ihraç fiyatlarının düşmesi, en azından artmaması gerekir. Bunun bir çaresi, işçi başına verimi artırmak, yani daha fazla işçi almak yerine, daha fazla makine almak, bir diğer çaresi de ücret artışlarını sınırlamaktır. Bu da ücret gelirlerinin milli gelir içindeki payını düşürmek demektir.
Fiyat istikrarının geçmişte "ücret-fiyat" sarmalıyla bozulduğunu biliyoruz. Bu süreç, işçi sendikalarının pazarlık güçlerinin pratik olarak ortadan kalkmasıyla sona erdi. Bunun yerine enflasyonu yapışkan hale getiren "devalüasyon-enflasyon" sarmalı geldi. Şimdi mesele, bu sarmalın ortadan kaldırılması ile çözülebilir gibi duruyor. Enflasyonla mücadelenin kalıcı olması, bu mücadelenin milli gelir dağılımı kavgasının silahı olmaktan çıkarılmasına bağlıdır.
Son Söz: Her iktisadi politika, bir gelir bölüşümü kavgası içerir.