GALİBA sonunda, enflasyonu düşürmekle büyüme arasında bir tercih yapma noktasına gelindi. Türkiye’de son 5 yılda (2002-2006 dahil) milli gelir reel olarak % 42 arttı.
Aynı sürede enflasyon % 29,7’den, % 9,7’e indi. Kural olarak, büyüme ile enflasyon indirme arasında ters ilişki vardır. Yani, büyümeden fedakárlık etmeden, enflasyonu düşürmek mümkün değildir. Ancak ekonomi, çok değişkenli ve düz bir çizgide gitmeyen (non linear) bir "sebepler ve sonuçlar" ilişkisidir. Hiçbir zaman tek bir sonuç, tek bir sebeple izah edilemez. Çünkü daima ortada birbirinin etkisini yok eden veya kuvvetlendiren sebepler vardır. Türkiye’nin hem enflasyonu indirip hem de büyümeyi sağlaması işte böyle bir karmaşık olaydır. Benim bu sütunda sıkça dile getirdiğim "yüksek faiz-düşük kur" politikası bu mutlu ve de "sorunlu sonucu" yaratmıştır. İstendiği kadar hayır böyle bir politika yoktur, bu kendiliğinden olmuştur dense de, sonuçta yaşanan budur.
* * *
2000 yılında IMF’nin tavsiyesi üzerine enflasyonu düşürmek için kur çapası uygulamasına geçilmişti. Çünkü görülmüştü ki, Türkiye’de bir "enflasyon-devalüasyon" sarmalı var. Yani bu yıl, "ne kadar enflasyon, o kadar devalüasyon" dendikçe, ertesi yıla "ne kadar devalüasyon, o kadar enflasyon" etkisi devroluyor. Yani süreç, kedinin kuyruğunu kovalaması gibi bir kısırdöngüye dönüşüyor. O zaman bu çemberi, bir yerden kırmak şart oluyor. Kur çapasının mantığı, bu döngüyü devalüasyon ayağından kırmaktır. Kur çapası sürdürülebildiği zaman, gerçekten enflasyon düşüyor. Nitekim 1999’da % 68,8 olan enflasyon, 2000’de % 39’a düşmüştü. Ancak kur çapası sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda (ki Türkiye 1989’da buna geçmişti) kuru belli düzeyde tutmak için, çok yüksek faiz ödenmesi gerekiyor. Hem faizleri hem de kurları aynı anda istenilen düzeylerde tutmak mümkün değil. Üstelik enflasyon, her halükarda çapaya bağlanmış devalüasyonun üstünde olduğu için, ithalat patlıyor, ihracat duraklıyor ve kocaman bir cari işlem açığı ortaya çıkıyor. Yüksek faiz, bütçe açığına; düşük kur cari işlem açığına sebep olunca, büyüyen "ikiz açık" yüzünden kriz de kaçınılmaz hale geliyor. İşte 2001’de Kemal Derviş ve arkadaşları tarafından hazırlanan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" tüm bu tecrübelerin ışığında hazırlandı. Programın başarısı için olmazsa olmaz şart, bütçede milli gelirin % 6,5’u kadar "faiz dışı fazla" verilmesiydi. Yani halk, bir bedel ödeyecekti. Ödedi de. Profesör Asaf Savaş, ödenen bu bedeli, 300 milyar YTL olarak hesaplıyor.
* * *
Yüksek faiz dışı fazla ve sıkı para politikası, normal olarak, bir yandan enflasyonu düşürecek ama diğer yandan büyümeyi frenleyecekti. Ama bu olmadı. Çünkü dünyada beklenmeyen büyüklükte bir para bolluğu oluştu. Bizim de teşvikimizle, Türkiye’ye sıcak ve soğuk müthiş bir para girişi başladı. Özellikle 2006’da ve bu yıl, bu akım adeta sele dönüştü. Tabii, enflasyonun hedeflenen % 4 düzeyine düşmesi de imkánsızlaştı. İki-üç yıllık gecikmeyle, döndük dolaştık, geldik "büyüme düşmeden, enflasyon düşmez" yol ayırımına. Bakalım seçimlerden sonra tutum ne olacak.