N’olur, durum da vaziyet de aynı anlama gelir diye başlığı eleştirmeyin.
Ben size gerçekten durumu ve vaziyetini anlatacağım. Durum şudur: Demokrasi ile yönetilen Türkiye’de, tek başına ve ikinci kez iktidara gelmiş bir siyasi partinin, AKP’nin "láiklik karşıtı hareketlerin odağı haline geldiği" iddiasıyla yargı tarafından kapatılması söz konusudur. Buna ilaveten, "bölücülük hareketinin odağı haline geldiği" için DTP’nin kapatılması da gündemdedir. Parti kapatmak; hele, hele marjinal olmayan, iktidardaki bir kitle partisini kapatmak, demokrasiyle bağdaşmaz. Nokta.
* * *
Vaziyet ise şudur: Birinci Cihan Harbinde yenilen ve parçalanan Osmanlı devletinin külleri üzerine yeni Türkiye Cumhuriyetini kuranların bir ülküsü vardı. "Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış" bir Türk devleti inşa etmek. Kurucu babalar, yeniden inşa etmeye giriştikleri bu devletin "toplumsal DNA’sında" iki kötü gen bulunduğu kanısındaydılar. Bunlardan birincisi "gericilik", diğeri de "bölücülük" idi. Millet kelimesi Osmanlıcada "aynı dine mensup olanlar" anlamına geliyordu. Yani millet kendini "Müslüman" olarak tanımlıyordu. Doğal olarak toplum düzeninin mürşidi de İslam’dı. Hálbuki kurucular, dini irşatla çağdaş olunamayacağına inanıyor ve "en hakiki mürşit ilimdir" diyordu. Dolayısıyla yeni devletin "lá-dini" yani laik olması şarttı. İkinci bir sorun da, 12 milyonluk genç Türkiye’nin nüfusunun yarıya yakınının Balkan ve Kafkas göçmeni olması ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Ermenilerin tehcirinden sonra Kürtlerin bu gölgede yer yer çoğunluk haline gelmiş olmasıydı. Bu farklı etnik kavimleri birleştiren ortak payda Müslümanlıktı. Yeni devlet, laik olacağı için bu ortak payda geçersizdi. Millete yeni bir ortak kimlik gerekiyordu. Bu da Türklük olacaktı. Bu sebeple, "Ne mutlu Türküm diyene" icat edildi.
* * *
Ülke demokratikleştikçe, hem "gericilik" hem de "bölücülük" kendiliğinden serpilmiştir. Çünkü bu "iki gen" toplumun DNA’sında vardır. İktidara gelmek isteyen bir siyasi partinin, kendine oy getirecek konuları istismar etmemesi mümkün değildir. Bizatihi demokrasi zaten budur. Aksini istemek, yerin altındaki suyu arayan adama "kuyu kazmak yasak" demek gibi bir şeydir. Su geldikçe adam, daha fazla su gelsin diye kuyuyu derinleştirecektir. Ne AKP ne de eğer kapatılırsa onun türevi olacak siyasi parti, dini istismar etmekten vazgeçemez. AKP’nin babası da dedesi de bunu yapmıştır. Hakeza Kürtlerin oyunu almak isteyen her siyasi hareket de bölücülükten, yani nihai hedefimiz bir "Kürt Devleti" kurmaktır, söyleminden vazgeçemez. Babaları da böyle davranmıştı zaten.
* * *
Gelelim Avrupa Birliğine ve Amerika’ya. Onların Türkiye’ye değişmeyen bakışı, "böl ve yönettir". Çünkü bu, onların hem çıkarınadır, hem de "her halk, kendi kendini yönetme hakkına sahiptir" inançlarına uygundur. Türkiye’nin laik olmasından, Batı hoşlanır. Ama bu şart değildir. Önemli olan Türkiye’nin söz dinlemesidir. Bu son olaylar AKP’yi veya türevini, iktidardan indiremez. Ama daha láik davranmaya itebilir. Bu iyi haberdir. Kötü haber, bölücülüğün kuvveden fiile çıkma ihtimalinin artmasıdır.
Son Söz: Bir kütleyi, iki kuvvet etkiliyorsa, hareket bileşke yönünde olur.