Ege Cansen: Dört okka bir mesele

Ege CANSEN
Haberin Devamı

Hükümet, uzun zamandır görmediğimiz ve inşallah görmeyeceğimiz bir gece yarısı baskınıyla, emsali görülmemiş bir faiz vergisi koydu. Bu konu, üzerinde yazı yazacakların dokuz defa düşünüp bir kelime söylemelerini gerektirecek kadar ‘‘okkalı’’ bir meseledir. Kanunlar geriye çalışmaz, dolayısıyla bu vergi Anayasa'ya aykırıdır gibi skolastik hazırlop tahliller, karşı karşıya bulunulan somut gerçekler karşısında bir kıymeti harbiye ifade etmez.

Çıkartılan kanun (tüm deprem vergilerini değil, sadece ek stopajı kastediyorum) özünde bir ‘‘vergi’’ değildir. Bu, devletin ihraç ettiği káğıtlara ödemeyi vaat ettiği nominal faizlerin, düşmesi beklenen enflasyon karşısında reel olarak öngörülenden daha fazla faiz getireceği tahminine dayalı bir ‘‘faiz indirimi’’dir. İlla işleme bir ad aranıyorsa bu, devlet iç borçlarının dolaylı ve kısmi ‘‘konsolidasyonu’’dur denebilir.

* * *

Yapılan işlem, açıkça anlaşılıyor ki IMF'nin bilgisi altında gerçekleştirilmiştir. İktisat konusunda fikir beyan edenlerin çoğunluğu, enflasyonun düşmesi için hükümetin, IMF'nin dediklerine harfiyen uyması gerektiğini söyleyip durdu. Hatta, alınmakta olan istikrar tedbirlerinin başarısız olma ihtimalini, hükümetin IMF'nin dediklerine riayet etmemesi şartına bağladı. Şimdi, bu işlemde IMF vizesi bulunduğuna göre, hükümetin bunu uygulaması niye yanlış olsun?

* * *

Yapılan işin esasına bir daha dönelim. Hükümet, iç borç senetlerine vade sonuna kalan güne göre, ek bir stopaj getirmiştir. Yani kendi ödeyeceği miktarı küçültmüştür. Bir bakıma, kazanılmış faiz gelirlerini değil, sadece kazanılacak faiz gelirlerini ek vergiye tabi tutmuştur. Hadiseye böyle bakınca, getirilen mükellefiyetin geriye değil, ileriye ait olduğu iddia edilebilir. Kuşku yok ki, hükümet bu káğıtları satarken, alıcılarla yapmış olduğu ‘‘sözleşme’’yi şeklen bozmuştur. Normal şartlar altında, değil en güvenilir olması gereken bir devletin, hiç kimsenin yürürlükte bulunan bir sözleşmeyi tek taraflı olarak bozmasına hoşgörüyle bakılamaz. Sağlıklı ve istikrarlı bir ekonomik hayat, her şeyden önce ‘‘verilen sözlere sadık kalınmasına’’ bağlıdır. Hükümet, bu temel kuralı ihlal etmiştir. Bunun mutlaka bir maliyeti olacaktır.

Ancak somut olayımızda hükümet, şöyle bir başka sakıncayla karşı karşıya bulunmaktadır. Ücretlilerin maaşları, olmuş değil olacak enflasyona göre artırılmaktadır. Bu da toplumsal sözleşmeye aykırıdır. Şimdi, eğer enflasyon iddia edildiği gibi 2000 yılında yüzde 25 kadar düşecekse, yüzde 100 nominal faiz getirisi olan bir káğıdın reel faizi yüzde 60 olacaktır. Bir de bunun üstüne döviz fiyatlarının enflasyonun altında artmasının caba etkisini ekleyin, dolar bazında faiz belki de bazı káğıtlar yüzde 70'e çıkacaktır. Şimdi bu işten zarar görenlere soruyorum; devlet káğıtlarına güvenerek, açık döviz pozisyonu alıp halkın ümüğünün sıkılması pahasına elde edilecek bir enflasyon düşüşüyle böylesi bir ballı börek yemek ‘‘hak’’ mıdır? Sırf şeklen sözde durma pahasına, siyasi sorumluluğu olan kişiler bu oluşuma seyirci kalabilirler mi? Ortada, sözleşmeyi bozacak bir ‘‘mücbir sebep’’ yok mu? (Devamı var).

SON SÖZ: Düşük riskte, yüksek kazanç hayaldir.



Yazarın Tüm Yazıları