Dış iktisat ve iç siyaset

ŞURASI muhakkak ki, ulusal ekonomimizin kaderi, tamamen dışarıdan gelecek sermayeye (paraya) bağlanmış durumda.

Bu gerçeği ülkemizin resmi iktisatçıları ile bankalarımızın yatırım danışmanı baş iktisatçıları, her konuşmalarında millete sık, sık hatırlatıyor. Aranan kan (yani para), sıcak veya soğuk olabilir; fark etmez, gelmeye devam etmelidir. Eğer yurt dışından akan parada bir aksama olursa, olay orada durmaz. Bu sefer tersine bir akım, yani yurt içinden yurt dışına para (sermaye) çıkışı başlar. Bu da bilinen tanımıyla "kriz" demektir. Allah göstermesin böyle krizi kimse istemez. Bu durumda, iç siyasetin en önemli gündem maddesi olan cumhurbaşkanlığı seçimi, sermaye hareketlerine bağlanmış oluyor. Ya da sermaye giriş-çıkışı, cumhurbaşkanlığına endekslenmiş durumda. Bunu da medyada ve borsada izliyoruz. Esasen birçok sosyal ve iktisadi olayda, birbirini besleyen sebep-sonuç bağlantılarına rastlanır. Çok bilinen anlatımıyla bu bir tavuk-yumurta hikáyesidir. Dış ekonomik şartların, iç siyasetin yönünü belirlemesi, genel seçimleri de kapsayacaktır. Hatta etkileme orada da durmayacak, genel seçimlerden sonra izlenecek siyaseti de içine alacaktır. Çünkü Türkiye, parası döviz olmadığı halde cari açık vererek ekonomisini geliştirme yolunu tercih etmiştir. Son beş yılda elde edilen iyi hatta çok iyi sonuçlar, yabancı sermayenin akımı sayesinde gerçekleşmiştir. Futbolda "başarılı takım değiştirilmez" ilkesi gibi, ekonomide de "başarılı sonuçları ortada olan politika değiştirilmez" diye bir kuralın varlığını kabul etmek gerekir. Ancak izlenen bu politika, Türkiye’yi adeta alternatifsiz bir çizgiye getirmiştir.

Bana göre, parası döviz olmayan Türkiye’nin, büyümesini sürekli cari açık verecek bir denklik üzerine oturması hataydı ve hálá hatadır. Türkiye kendini sıkarak, karşısına çıkan fırsatları kullanıp, cari fazla vererek büyümeye çalışsaydı, aynen Çin’de olduğu gibi, bugün Türkiye’ye çok daha yüksek miktarlarda "Doğrudan Yabancı Sermaye" girişi olurdu. Sarf edilmeyen döviz fazlası da Merkez Bankası’nda yedeklerinde biriktirilir, TL’nin değerlenmesine izin verilmezdi. Böylece, ihracata dayalı sanayileşmeyle, sürdürülebilir bir kalkınma modeli kurulmuş olurdu. Neyse, şu veya bu sebeple böyle bir politika izlenmemiş ve Türk ekonomisi ve dolayısıyla "siyaseti" tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir. Benim gözlemim şudur: "Batılı" yaşam tarzını içselleştirmiş láik insanların, Batılı yaşam tarzından hiç hazzetmeyen, ama iktidarda kalmak için "Batıcı" olmakta beis görmeyen İslamcı kesimle ters düştüğü nokta, siyasetin dışa bağımlı hale gelmiş olmasıdır. Yoksa ortada halen uygulanmakta olan dışa açık ekonomi modeli yerine, "içe kapanık" bir ekonomi modeline geçmek diye bir tercih yoktur. Türkiye’nin Gümrük Birliğine girmiş olması da isabetlidir, AB yolunda ilerlemesi de. Türkiye’nin yüzü hep Batı’ya dönük olmalıdır ve inşallah olacaktır. Bu, Batı’nın kuyruğuna takılmak değildir.

Son Söz: İmama kızıp, yobaz olunmaz.
Yazarın Tüm Yazıları