YAKLAŞIK 30 yıl kadar önce, Milliyet Gazetesi'nin ‘‘Düşünenlerin Düşünceleri’’ köşesinde ‘‘Din ve Devlet’’ başlıklı bir makalem yayınlanmıştı.
Yapı ve Kredi Bankası'nın kurucusu Kazım Taşkent, yazımı okumuş ve görüşlerimi kendi fikirlerine yakın bulmuş. Telefonla aradı, görüşmek ve tanışmak istediğini söyledi. Tabii, çok memnun oldum. Kazım Taşkent gibi efsanevi bir şahsiyetle tanışacaktım. Lütfetti kalkıp, o tarihlerde genel müdür muavini olduğum Arçelik'in Çayırova tesislerine kadar gelerek beni ziyaret etti. Ben de, sonradan Arçelik'te genel müdürlük yapan, çalışma arkadaşım Ünsal Anıl'a haber verdim. Kazım Taşkent'i birlikte ağırladık. Bana öz Türkçe yazılmış ve çok güzel basılmış bir Kuran-ı Kerim hediye etti.
Kazım Taşkent, Almanya'da kimya mühendisliği tahsil etmiş, Türkiye'de şeker sanayiinin kurulmasına öncülük etmiş, ardından da Yapı ve Kredi Bankası'nı kurmuş müthiş karizmatik bir insandı. Laikti, ama en büyük ilgi alanlarından biri İslamiyet'ti. Mehmet Akif Ersoy'un din bilgisine derin bir saygı duyuyordu. Mehmet Akif'in nazım olarak Türkçe'ye çevirdiği bir Kuran meali olduğunu duymuştu. Sırf bu metni elde etmek için, Mehmet Akif'in son yıllarını yaşadığı Mısır'a özel bir heyet yollamıştı. Ama maalesef, bu metin bulunamamış veya Mehmet Akif bunu vermeyi reddetmişti.
* * *
Din ve ilim, din ve Allah, laiklik ve İslam üzerine okumak ve düşünmek, benim zihin faaliyetimin önemli bir kısmını kapsar. Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan makalemin özü, laikliğin yeniden tanımıydı. Laikliğin, ‘‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’’ şeklindeki klasik tanımının yanlış olduğunu iddia ediyordum. Laikliği, ‘‘herhangi bir konuda, dinin ve ilmin gösterdiği iki farklı yol varsa, bunlardan ilmin gösterdiğini tercih etmektir’’ şeklinde tarif ediyordum. Mesela, asma köprü tasarımında dinin gösterdiği herhangi bir yol yoktu. Bu yüzden asma köprü inşasında, laiklerle dindarlar arasında bir ihtilaf çıkmıyordu. Asma köprüler, tamamen bilimsel yöntemlerle projelendiriliyordu. Ama faiz konusunda İslam, iktisat ilminden farklı bir yol öneriyordu. Hakeza canlıların oluşumu (evrim) konusunda da dinin ve ilmin dedikleri farklıydı. Dolayısıyla buralarda ‘‘din-ilim’’ çatışmaları oluyordu. Tabii, esas çatışma alanı idare ve hukuktur.
* * *
Dini konuların, dindar olmayanlarca tefekkür edilmemesi, kanaatimce bu ülkenin fikri ve dini hayatındaki en büyük boşluktur. Bu ülkenin dindar olmayan bilim ve düşünce adamlarının, İslamiyet'i merak etmemesi, incelememesi veya dindarların tepkisini çekmemek için İslamiyet hakkında fikir beyan etmemesi yanlıştır. Din, dıştan bakılarak bilimsel yöntemlerle incelenmeli ve irdelenmelidir. Bunu da ancak dindar olmayan bilim ve düşünce adamları yapabilir. Hepsi dindar, profesyonel din adamlarının ve ilahiyat hocalarının, dinin kendi kaynaklarına dayanarak ve dinin içinde kalarak kendi aralarında yaptıkları tartışmalarla, taassup çemberini kırmak mümkün değildir. Laik bir insan olarak, şu meseleyi çok merak ediyorum. Acaba dine düşkünlük, Allah inancını zayıflatmıyor mu? Dinin bile reddettiği hurafelere inananların, çoğunlukla dindarlar arasından çıkması, Allah'a inançsızlığın bir tezahürü değil midir? İnsana şahdamarından bile yakın olan Allah'a daha ‘‘yakın’’ olmak için, çöllere gitmek veya dağlara çıkmak, onu kavrayamamak olmuyor mu?