2008 yılının sonbaharında başlayan ve 2009 yılının sonbaharına kadar süren küresel kriz artık gerilerde kaldı.
Dünya milli geliri 2010 yılında yüzde 4 kadar büyüdü. Doğal olarak, zengin ülkeler yüzdesel olarak yavaş, fakir ülkeler yüzdesel olarak daha hızlı büyüdü. Akılda tutmakta fayda var. Nüfusu artmayan ve kişi başına milli geliri yaklaşık 40 bin dolar olan bir ülkenin, mesela Almanya’nın yüzde 3.5 büyümesi, kişi başına 1400 dolarlık gelir artışı demektir. 10 bin dolar kişi başına milli geliri olan ve nüfusu yılda yüzde 1.2 artan Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 8 artması, kişi başına gelirin 670 dolar artmasını sağlar. Yani yavaş büyümesine rağmen Almanya’da kişi başına milli gelir, Türkiye’den hızlı artar. Aradaki mutlak fark açılır. ¡ ¡ ¡ Küresel kriz yüzünden, takke düştü kel göründü. Yunanistan, İrlanda ve Portekiz gibi ülkelerde “el atıyla gezme” ilkesi üzerine kurulu, “zenginleşme” sürdürülemedi. O ülkelerde halen enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Bunun dışında, başta ABD ve Almanya olmak üzere zengin ülkeler işlerini rayına oturttular. Pek tabii, Çin ve saz arkadaşları, hem krizde hasar görmedi hem de kriz geçtikten sonra da hızlı büyümelerini sürdürebildi.
Kriz neden çıktı? Krizin çıkma sebebi dünya milli servetinin, dünya milli gelirinden kopuk bir şekilde büyümesidir. Bildiğiniz gibi milli gelirin tüketilmeyen kısmı, tasarruf edilip, yatırıma dönüştürülür. Yatırım ise, milli serveti arttırır. Milli servet artışının pratik göstergesi de “varlık fiyatları artışıdır”. Yani kişilerin ve şirketlerin sahip oldukları menkul ve gayrimenkul servetlerin toplamı, o yıl milli servete ilave edilen yatırımdan fazla artıyorsa, “sanal servet” oluşuyor demektir. Bu sanal servet artışının iktisatçılar arasındaki ismi de “varlık fiyatları balonu”dur. Her balon, şişirilmeye devam edilirse, önünde sonunda patlar. Olay bundan ibaretti. Balon patladı ve pörsüdü yani varlık fiyatları geriledi. Kriz nasıl aşıldı? Balonun patlaması sonucunda bankaların “aktifleri” yani borç verdikleri kimselerden olan alacakları karşılıksız yani “tahsil edilemez” hale geldi. Çünkü bu kredilerin teminatı, menkul ve gayrimenkul varlıklardı. Teminat deve olunca, alacak da deve oldu. Ancak bankaların “pasifi” yani mevduat sahiplerine karşı olan yükümlülükleri taş gibi ortada duruyordu. Aktifin küçülmesi, pasifin olduğu gibi durması “banka battı” demektir. Amerikan ve Avrupa merkez bankaları (bu arada tüm merkez bankalarının en akıllısı olan İngiliz merkez bankasını da unutmayalım) derhal, bankalara nakit para şırıngaladı. Böylece, mevduat sahiplerinin batan bankalardaki paracıkları batmaktan kurtuldu. Halk yerine devlet, bankalardan alacaklı hale geldi. Kurtarma işlemi iki aşamada yapıldı. Birincisi batan bankada parası olanlar, batmayan bankada parası olanlarla eşitlendiler. Yani çömlek dolaylı olarak patladı ilan edildi. İkinci aşamada ise borcu üstlenen devletin borçlanma maliyetini düşürmesi gerekiyordu. Bunun için de faizler sıfıra hatta reel olarak eksiye düşürüldü. Böylece parası batmayan tasarruf sahiplerine de “ekonomiyi krizden kurtarma vergisi” salınmış oldu. Nakit para, krizde kraldı; kurtuluşta köle oldu. Son Söz: Devlet, halkın parasıyla, halkı kurtarır.