MİLLİ gelir, bu yılın ilk üç ayında, geçen yılın ilk üç ayına kıyasla, sabit fiyatlarla % 6.8 artmış. Sabit fiyatla yapılan ölçüme "gerçek büyüme" de denebilir. İktisatta doğru ölçme zordur. Ama sonuç da, sonuçtur.
İtiraf edeyim ben, bu kadar iyi bir sonucu beklemiyordum. Benim beklemediğim gibi, ustalarımızın çoğu da beklemiyordu. Hatta iyimser olması beklenen resmi makamlar dahi 2007 yılının tamamı için % 5 dolayında bir büyüme öngörmüştü.
Nereden bakılırsa bakılsın, enflasyonun düşürülmeye çalışıldığı bir yılda, % 6.8’lik milli gelir büyümesi şaşırtıcıdır. Bundan da iyisi can sağlığı denir. Pek tabii, açıklanan büyüme hızı, sadece bu yılın ilk üç ayını kapsıyor. Yılın geri kalan kısmında büyüme hızı düşebilir. Ama ortada böyle bir emare de yok. Demek ki büyüme, aynı hızda sürecek ve ilk çeyreğin hızı, muhtemelen yıllın tamamına şamil olacaktır.
* * *
Yüksek büyümenin, enflasyonla savaşılırken elde edilmesinden daha çarpıcı olanı, bu sonucun kısmen de olsa ihracat artışıyla sağlanmış olmasıdır. Türkiye 2002 yılından bu yana hem enflasyonu düşürüp hem de büyümeyi sağlamıştı. Bu da bilinen enflasyon düşürme mekaniğine aykırı bir husustu. Ama bilimsel olarak açıklanabilir bir olaydı. Bunu sağlayan husus, döviz fiyatlarının yüksek faizle bastırılmasıdır.
Sistem şöyle çalışmıştır: Türkiye’de fiyat artışları yani enflasyon, döviz fiyatlarına endekslenmiş olduğundan, döviz fiyatları artmayınca hatta düşünce, enflasyon da kendiliğinden aşağıya gelmiştir. Diğer yandan, fiyatı düşen ve faizi de esasen düşük olan dövizle finanse edilen "sınai yatırımlar" artmıştır. Bununla da büyüme sağlanmıştır. Böylece aynı anda hem fiyat artışları yavaşlamış, hem de milli gelir büyümesi hızlanmıştır. Üstelik kur düşüşleri dolayısıyla, yatırımların finansman yükü, sıfırın altına düşmüştür. Bu da özel sektör şirketlerinin ve dolaylı açık pozisyon yapan bankaların bilançolarında düzelme sağlamıştır.
"Yüksek faiz-düşük kur" politikasının, yukarıda anlatılan faydası yanında iki bozulma yaratması kaçınılmazdı. Bunlardan biri "cari işlem" açığının büyümesi, ikincisi de yüksek faizler dolayısıyla büyüyen "bütçe açığını" kapamak için yüksek "faiz dışı fazla" tutturmanın siyasal maliyetinin artmasıydı. Ben bu gerekçeyle, uygulanan "yüksek faiz-düşük kur" politikasının, bir kertede ekonomide sert bir düzeltmeye sebep olmasından endişe ettim. Hamdolsun bu olmadı. Çünkü önce sıcak para girişleri, o azalmaya başlayınca da doğrudan yabancı sermaye akımları böyle bir sert iniş ihtimalini erteledi veya ortadan kaldırdı. O zaman düzeltme "yumuşak inişle" olacak tezi ağırlık kazandı. Bu da büyümenin düşmesi demekti. Şimdi görüyoruz ki, ortada bir yumuşak düzeltme de yok. Yani % 10’larda dirense bile enflasyon kontrol altında, büyüme ise beklenenden yüksek. Şimdi bu oluşumu açıklamaya ihtiyaç var. Birinci faktör, ülkeye doğrudan yabancı sermaye girişlerinin olağanüstü boyutlarda devam etmesi. İkincisi ise sanayide yaşanan dönüşüm. Hem verimlilik artıyor hem de fiyatı daha yüksek mallar üretilip ihraç edilebiliyor.